"Sayı 253"

Tokalaşmak Batı’yı Kurtaracak Mı?

İsviçre’de iki erkek öğrencinin dinî sebeplerden dolayı kadın öğretmenleri ile tokalaşmayı reddedip edemeyeceğine ilişkin tartışma tokalaşma zorunluluğu ile nihayetlendi. Bu zorunluluğun Avrupa’nın özgürlükçü-demokratik değerlerinin içini nasıl boşalttığı incelemeye değer.

1 Temmuz 2016 JanIna RashIdi

Konu temel haklarını talep eden Müslümanlar olduğunda ortaya oldukça garip hikâyeler çıkıyor. Bunlardan son zamanlarda cereyan eden en garibi, İsviçre’de iki Müslüman gencin ders başında ve sonunda kadın öğretmenleriyle tokalaşmayı dinî sebeplerden dolayı reddetmesiyle kendisini gösterdi. Okulun bu iki öğrenciye öğretmenlere karşı saygılarını başka bir şekilde ifade etmelerine müsaade ettiğinin duyulması üzerine ülkede eşi benzeri olmayan bir öfke fırtınası koptu. Olay dünya basınına yansıdı ve İsviçre Adalet Bakanı Simonetta Sommaruga bu konuda bir açıklama yaptı. Olay nedeniyle ilgili ailenin vatandaşlık başvurusu askıya alındı ve basında yanlış bir şekilde “radikal”, “entegre olamamış” bir aile imajı lanse edildi. Ancak iş bununla da sınırlı kalmadı: Yetkili eğitim otoriteleri öğretmenlerle tokalaşmayı reddeden öğrencilere gelecekte 5.000 İsviçre frangı para cezasına kadar varabilecek yaptırımlar uygulanabileceği kararını verdi. Bu uygulamanın gerekçesi olarak kadın-erkek eşitliğinin ve entegrasyonun öğrencilerin dinî özgürlüğünden daha önemli olduğu öne sürüldü.

“Bizde İşler Böyle Yürür”

Peki, bu tepkilerde haklılık payı var mı? Gerçekçi bir bakışla değerlendirirsek tartışma konusu olan ne kadın-erkek eşitliği (zira her iki öğrenci de bunu daha önceden vurgulamıştı), ne öğretmenlere duyulan saygı (zira tokalaşmanın bir alternatifi bulunmuştu ve uygulanmaktaydı), ne de entegrasyondu (zira her iki erkek öğrenci de İsviçre’de doğmuş ve en iyi şekilde entegre olmuştu). Gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirirsek burada pire deve yapılmış ve “Batı’nın kurtuluşu” bir tokalaşmaya bağlanmıştır. Asıl mesele ise daha derinde yatmaktadır: Mesele bu olayda olduğu gibi devlet kurumlarının temel hakları bir gereklilik olmaksızın ve totaliter bir tutumla şiddetli bir şekilde kısıtlama eğilimidir. Burada özgürlük değerlerini ve cinsiyetinden, milliyetinden, dinî inancından, cinsel yöneliminden ve etnik kökeninden bağımsız olarak insan eşitliğini savunan ve uluslararası düzeyde, en azından kendi ekonomik menfaatleri etkilenmediğinde, daha ayrımcılık sözcüğü söylenmeden işaret parmağını sallayan Avrupa ülkelerinin tutarsızlığı gözler önüne serilmektedir.

“Bizde işler böyle yürür.” ve “Çoğunluğun iradesi bu yönde.” Bunlar İslam konulu tartışmalar çerçevesinde İsviçre toplumunda düzenli olarak duyulan korkutucu iki gerekçe. Çoğunluk öyle karar verdiği için azınlığın haklarının kısıtlanabileceği düşüncesi gerçekten demokratik bir yaklaşım mı? Çoğulcu bir toplum, sadece kendisini böyle adlandırarak değil, farklı yaşam modellerine, düşüncelere, inançlara sahip üyelerin yan yana ve beraberce çoğulculuğun yaşayabilmesi ile karakterizedir. Özgürlük hakları bu toplumdaki her bir bireyin, devletin belirlediği ve amacı bireylerin haklarını korumak ve böylece ortak yaşamı mümkün kılmak olan çerçeve dâhilinde kalmak koşuluyla, kendi istekleri doğrultusunda yaşamasını garanti altına almaktadır.

Peki tokalaşma tartışmasıyla savunulan nedir? Sosyal bağlamda özgürlük elbette mutlak ve hiçbir kurala tabi olmayan bir kavram değil ve gerekli olması hâlinde, yani birinin özgürlüğünü yaşaması bir diğerini etkilediğinde temel özgürlüklerin de kısıtlanması gerekebilir. Ancak bu olayda böyle bir şey söz konusu değil.

Daha önceki birçok olayda da olduğu gibi buradaki amaç üçüncü şahısların haklarını korumak değil, İslam’a sınır koymak. Burada “Bizde işler böyle yürür.” ifadesi ile sahte bir tartışma kisvesi altında değerler propagandası yapan ve bu sırada kendini deşifre eden kültürel bir yorumlama üstünlüğü söz konusu.

Devlet tarafından düzenlenen kıyafet yönetmelikleri uzun zaman önce kaldırılmış olmasına rağmen başörtüsü takmak yasaklanıyorsa burada savunulan nedir? Kadının kişisel özgürlüğü mü? Başka biri ile tokalaşmaya, onunla fiziksel temasta bulunmaya zorlanan öğrenciler söz konusu olduğunda savunulan nedir? Bedensel bütünlük hakkı mı? Gittikçe garipleşen düzenlemeler ve yasaklarla insanların Müslüman olarak inançlarını yaşamalarına izin verilmiyorsa burada savunulan nedir? Din özgürlüğü mü? Thurgau’da olduğu gibi polis uzun sakalın, “aniden” başörtüsü takmanın veya İslam’la ilgilenmenin radikalleşme şüphelisi olmak için yeterli olduğuna karar veriyorsa burada savunulan nedir? Laik hukuk devleti ya da “nullem crimen, nulla poena sine” (kanunsuz suç ve ceza olmaz) kuralı mı? Kadının başörtülü olması sebebi ile yetkili makamlar bir Türk ailenin vatandaşlık başvurusunu 12 yıl boyunca reddettiğinde burada savunulan nedir? Tüm insanların kanunlar karşısında eşit olduğu mu?

Özgürlük ve Eşitliğin İçi Boşaltıldı

Tüm bunlar ve bununla birlikte İslam ve entegrasyon tartışması sonuç olarak sadece temel bir problemin ifadesi. Ama bu problemin kaynağı Müslümanların, sözüm ona “Batı ülkelerinin” sosyal yaşantı gereklilikleri ile bağdaşmadığı öne sürülen dinî uygulamaları değil. Bu sorun daha çok, kendi sorumluluklarından kaçıp proaktif bir şekilde kendi kimliğini sorgulamak yerine sözde ötekinin sırtından kendine ilişkin yapılan olumsuz tanımlama çerçevesinde kendini aramakta olan bir toplumun temel sorunu.

Ancak bu esnada tam da bir zamanlar dünya bir enkaz hâlindeyken Avrupa’yı barışçıl bir geleceğe taşıması beklenen değerlere ihanet ediliyor. Özgürlük ve eşitlik gibi ifadeler siyasi öncelikler doğrultusunda kendilerine farklı anlamlar yüklenen ve inançlarını toplumsal siyasi eğilimlere değil, kökleri derinlere uzanan dindarlığa dayandıranlara karşı birer silah hâline getirilen anlamsız, içi boş kelimelere dönüşüyorlar.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler