'Dosya: "Azınlık Etkisi"'

Sosyal Dönüşümün Tetikleyicisi Olarak “Azınlıklar”

Azınlık ve çoğunluk ilişkisinde “sosyal etki”, yani hangi grubun kimi hangi oranda etkileyeceği Avrupa’daki Müslümanlar açısından heyecanla takip edilebilecek bir alan. Zira azınlık olmak, hem uyum sağlama ve itaat etme durumunu beraberinde taşırken hem de sosyal dönüşümü başlatabilecek büyük bir potansiyeli içinde barındırıyor.

Fotoğraf: ©Flickr.com/Castgen

Herkesin sizden farklı bir görüşü savunduğu bir tartışma ortamında kendi fikrinizi nasıl dikkatle, hatta biraz da şüpheyle dile getirdiğinizin farkına varırsınız. Başka bir ortamda üye olduğunuz spor derneğinin mensupları planlanan yaz şenliğinin detayları hakkında tartışırlar ve üyelerin çoğu birlikte mangal yapmak isterken birkaç üyenin folklor akşamı düzenlemeye dair istekleri göz ardı edilir. Veya parlamentoda muhalefetin bir yasa tasarısının oylamasında iktidar partileri çoğunluğa sahiptir, inisiyatif başarısız kalır.

Bu örnekler çoğunluk ve azınlık görüşlerinin karşılaşma durumlarını ortaya koymaktadır. Günlük hayatta yaşanan, bazen düşük bazen yüksek oranda önem taşıyan bu örnekler hepimize kendi tecrübelerimizden tanıdık gelir. Bunun dışında sosyal etkinin çok belirsiz bir şekilde kendisini gösterdiği ve bizlerin farkına bile varmadan etkilendiğimiz başka örnekler de mevcuttur. Örneğin banka çalışanları koyu mavi bir takım elbisenin üstüne dikkat çekmeyen bir kravat takmak üzere aralarında önceden sözleşmiş gibidirler. Ya da bilmediğiniz bir havaalanına giden yolda levhalar yerine diğer arabaları –yani çoğunluğu- takip ettiğiniz için yolunuzu kaybettiğiniz zamanlar olmuştur.

Bu tür fenomenler uzun süredir “uyum” ya da İngilizce tabirle “conformity” başlığı altında araştırılıyor. Henüz 19. yüzyılın sonunda Le Bon ve Tarde gibi sosyologlar kişinin çevreye uyma davranışı hakkında temel pozisyonlar ortaya koydular. 20. yüzyılın ortalarından bu yana önemli sosyal psikolojik teoriler geliştirildi ve 80’li yıllardan beri hangi koşullar altında çoğunluğun sözünü geçiremediği ve azınlığın sosyal değişim ve yeniliğin öncüsü olabileceği soruları araştırılıyor.

Grup Aidiyeti Bağlama Göre Değişir

“Çoğunluk” denildiğinde bir grup veya toplum için ortak tanımlayıcı özelliğe sahip insanların çoğunluğu kastedilir. Örnek olarak Almanya’da Almanlar veya Hristiyanlar çoğunluğu oluştururken, Türkler veya Müslümanlar azınlığı oluştururlar. Genelde “çoğunluk” sosyal güç ve yüksek statü ile ilişkilendirilirken, “azınlık” kolayca ön yargılara ve bunlara bağlı ayrımcılıklara maruz kalmaktadır. “Sosyal etki” alanındaki araştırmalar çoğunluk ve azınlık arasındaki ilişkide şu iki ihtimale dikkat çeker: Çoğunluğa intibak etmek “uyum/conformity” olarak nitelendirilirken, azınlığın etki alanını genişletmesi ise “sosyal yenilik/inovasyon” olarak nitelendirilir.

Bununla birlikte “çoğunluk” ve “azınlık” kelimeleri sadece belirli bir topluluk bağlamında anlaşılmalıdır. Yani “çoğunluk” ya da “azınlık” atfını oluştururken kişiler değişken bir zeminde bulunurlar. Örneğin “Müslüman” özelliği Almanya’da yaşayan bütün insanlar ele alındığında bir azınlık niteliği olarak görülürken, Almanya’da yaşayan Türk kökenli insanlar açısından ele alındığında “Müslüman olmak” bir çoğunluk özelliği olarak kabul edilmektedir. Yani kişilerin kendilerini atıfta bulunacakları grubun taşıdığı önem, bu kişilerin içinde bulundukları bağlama ve bu bağlamdaki öznel bakışlarına da bağlıdır. Örneğin “Almanlar” Almanya’da kendilerini genelde Alman olarak hissetmezlerken Türkiye’de tatil yaparken kendilerini tam anlamıyla “Alman” olarak hissedebilirler. Demek ki çoğu kez “bağlam” bir gruba aidiyet bilincini de daha güçlü bir şekilde ortaya çıkarabilmektedir. Bu durumda grup aidiyeti söz konusu olduğunda azınlık olmanın (“Almanya’daki Türkler”) çoğunluk olmaktan (“Almanya’daki Almanlar”) daha fazla önem taşıyor olması da anlaşılabilir bir durumdur.

“Sosyal Etki”

Kişinin kendisini atıfta bulunacağı grubu ve böylece azınlık-çoğunluk ilişkilerini tanımlaması bir dizi psikolojik süreci de tetikler. Klişeleştirme, ayrımcılık, mağdurların sosyal kimliklerinde değişim gibi süreçlerin yanı sıra çoğunluk ve azınlık arasında bir “sosyal etki” de gerçekleşir.

Peki, nedir bu “sosyal etki”? Sosyal etki, bireylerin düşünme süreçlerinin, bakış açılarının, karar ve davranış biçimlerinin diğer insanların varlıkları sebebiyle değişmesi sürecine denir. Bu etkinin kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde uygulanması ya da bu etki altında kalan kişinin etkilendiğinin farkında olup olmaması tamamen önemsizdir.

Çoğunluğun sosyal etkisi bir dizi faktöre dayanır. Her insan kendisi için önem arz eden bir “çoğunluk”la kendi görüşlerini paylaşma ihtiyacı duyar. Bu görüşler paylaşıldığında “çoğunluk”la birey arasında fikir örtüşmesi mevcutsa olumlu bir sosyal kimlik oluşur. Bu fikir uyuşması kişiyi “normal” davranıştan sapmaktan veya görüş farklılığı sebebiyle grup içinde belirli yaptırımlara maruz kalmaktan korur. Burada bahsedilen kanaat ya da düşüncenin doğru veya yanlış olması ikincil bir öneme sahiptir. Ön planda daha ziyade sosyal ilişkiler yer alır. Bilhassa birey ile topluluk arasındaki ortak görüşün, bahsi geçen topluluğun (örneğin siyasi partinin ya da dinî cemaatin) tanımlayıcı özellikleri ile ilgili olması önemlidir.

Çoğunluğa İtaat ve Uyum

Çoğunluğa muhalif olmak itici bir şey olarak algılanır ve çoğu zaman kişinin kendi düşüncesini değiştirmesi ve çoğunluğa ayak uydurması ile sonuçlanabilir. Buna bağlı olarak çoğunluk ile muhalefete düşmek kişiyi bu çatışmaya dair sosyal çıkarımlar yapmaya sevk eder ve çoğu kez çoğunluk tutumunun sorgulanmadan ve yüzeysel olarak kabul edilmesine yol açar. İtaat (İng. “compliance”) olarak adlandırılan bu durum sosyal çatışmayı ortadan kaldırır ve birey kendisini kendi grubunun kucağında yeniden güvende hisseder. Bu şekilde bir itaatin, değiştirilen görüşün çoğu zaman sadece kısa vadeli olması ve samimi bir inanca dayanmaması gibi dezavantajları da vardır.

Fakat çoğunluk başka psikolojik mekanizmalar ile de etki edebilir. Çoğunluğun tutumunun doğru olduğu inanışında etkili olan başka basit bir kural da şu düşüncedir: “Bu kadar çok sayıda insan benden farklı düşündüğüne göre bu yanlış olamaz.” Tüketim ürünlerinin reklamlarında da aynı prensip geçerlidir: Mümkün olduğu kadar fazla tüketicinin üründen memnun olduğu belirtildiğinde “bu kadar çok insanın” aynı ürünü tavsiye etmesi etkili bir reklam stratejisi olarak kendisini gösterir. Çoğunluk, kişinin kendi görüş ve pozisyonlarıyla uyumlu argümanlar öne sürdüğünde bunlar “doğru” olduğu için kişinin daha çok ilgisini çeker. Öte yandan aynı konuya dair farklı yorumlar da gerçekte olduğundan daha olumlu karşılanır. Böylece çoğunluğun etkisi, sadece çoğunluk ile hemfikir olarak değil, aynı zamanda çoğunluk pozisyonunun azınlık görüşünden daha doğru görülmesine dayalı bir mekanizma aracılığıyla da kendisini gösterir.

Şunu belirtmekte fayda var: Eğer bütün insanlar çoğunluğun etkisine yenik düşseydi, sosyal değişim imkânsız olurdu. Bilindiği gibi çevre hareketi ya da kadın hakları hareketi gibi tarihî sosyal değişimler çoğu zaman yalnızca birkaç “öncü”ye dayanır, yani azınlık hareketi olarak bilinirler.

Azınlık Çoğunluğa Nasıl Etki Edebilir?

Sosyal değişime öncülük eden azınlıklar farklı düşünenleri cezalandırma gücüne ya da kendi görüşlerinin “doğru” olduğunu hissettirecek çoğunluğa sahip olmasalar da başarılı bir “etki alanı” oluşturabilirler. Azınlıkların başarılı bir şekilde etki edebilmeleri için aradaki farkı dengeleyecek değişik mekanizmalar söz konusudur.

Bir azınlık sahip olduğu zayıf durumu, kendi pozisyonunu sürekli ve tekrar tekrar savunarak (örneğin istikrarlı bir şekilde sosyal bir çatışmayı körükleyerek) telafi edebilir. Bu tür bir etkiye maruz kalanlar bu dayanıklılık ve istikrardan dolayı azınlığın kendi tutumundan çok emin olduğu sonucunu çıkartırlar ve azınlığın istikrarı sebebiyle azınlığın haklı olup olmadığı hakkında daha teferruatlı bir düşünmeye sevk edilirler. Uzun vadeli olarak azınlığın çoğunluğa uyum sağlamasından (İng. “compliance”) daha uzun ömürlü ve dayanıklı bir fikrî değişimi içeren bu tür “dönüşüm”lere sıkça rastlanır.

Fakat çoğunluğun fikirlerindeki bu tür değişimler genellikle kamusal düzeyde gerçekleşen toplu bir dönüşüm olmaktan ziyade sadece özel hayatta vuku bulur. Bu değişim, farklı görüşlere sahip azınlıklara kamusal algıda olumsuz nitelikler atfedildiği sürece sadece özel hayatta gerçekleşmeye devam eder.

Öte yandan azınlıkların “etki” edebilmesi için illa da kendi zayıf pozisyonlarını telafi edici unsurlara başvurmaları gerekmeyebilir. İnsanların bir “azınlık görüşü”nü kabul ederek “eşsiz olma ihtiyacı”na sahip oldukları bilinen bir durumdur. Bu ihtiyaç kapsamında insanların “ait olmak” istemedikleri, bunun tam aksine daha ziyade bireysellik ve başkalarından farklılık aradıkları anlar da kendisini gösterebilmektedir. Bu aranan farklılık gerçekleşmediğinde kişi kendisini silik ve alelade bir insan gibi hisseder ve bu nahoş durumdan kurtulmak için çaba sarf eder. Bunun için de kişi hem kendisine hem de sosyal çevresine benzersiz olduğunu ve kitlenin silik bir parçası olmadığını göstermek adına azınlıkta olan bir fikri/bir azınlık fikrini kabul edebilir. Bu şekilde “azınlık” bir sosyal motifi karşılar ve azınlığın pozisyonu sadece çok az sayıda insan tarafından paylaşıldığı için ilginç ve cazip bir hâle gelir.

Öte yandan azınlıklar sosyal bir risk ile de karşı karşıyadırlar. Sadece az sayıda insanın savunduğu bir “doğru” yüksek derecede takdire yol açabilir. Fakat azınlığın uygulama ve söylemlerinin yanlış olduğu ortaya çıkarsa aynı durum aşırı derecede bir aşağılamaya da yol açabilir. Buna karşın çoğunluk görüşü daha güvenli bir seçenektir. Birey çoğunluktan farklı bir pozisyonu kabul ederek hem olumlu hem de olumsuz açıdan aşırı değerlendirmelere maruz kalmayı göze alır ve böylece sosyal bir risk üstlenir. Buna paralel olarak risk almak isteyen insanların azınlık pozisyonlarını benimsemeye daha meyilli oldukları tahmin edilmektedir.

Bütün bu anlatılanları ele aldığımızda bazı önemli soruların cevaplandığını görürüz: Öncelikle çoğunluğun etkisini tamamen bertaraf etmek imkânsız gibi görünmektedir.

Bireysel açıdan “bir gruba ait olma”, görüş farklılığından kaynaklanan yaptırımlardan kaçınma ve çoğunluk tarafından savunulan fikrin doğru olduğu inancı da kişiler üzerinde oldukça etkilidir. Fakat bu durum, toplumda yaygın olan görüşün değişemeyeceği anlamına gelmez. Sosyal dönüşümler azınlıklar tarafından başlatılır ve tarihten örneklerin gösterdiği üzere gerçekten başarılı olabilirler.

Bu açıdan azınlık ve çoğunluğun sosyal etkisi karşılıklıdır. Hangi görüşün nihayetinde kabul edileceği, kimin gerçekten haklı veya haksız olduğundan ziyade, toplumsal “gerçek”lerin kişisel olarak nasıl tasarlandığına bağlıdır.

 

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler