"Almanya"

Şansölyenin Sadakat Çağrısına Mikro Perspektiften Cevap

Trabzon’da 3 yaşındaki ufak bir kız çocuğu, bir binanın 7. katında oturan anneannesine ailesiyle birlikte kahvaltıya gider. Aile kahvaltıdayken ufak kız açık kalan pencereden aşağı düşer ve çok acı bir şekilde hayatını kaybeder. Korkunç haber, bu minik meleğin bir akrabasının yine uzaktan akrabası olan ve Almanya’da yaşayan başka bir genç çifti oldukça sarsar. Almanya’daki çift günlerce ebediyete uğurlanan meleğin Trabzon’daki ailesinin acısını paylaşırlar.

1 Eylül 2016

Merkel’in Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerden daha fazla sadakat beklemesiyle bu elim olay alakasızmış gibi gözükse de aslında değil. Almanya’da son zamanlarda giderek daha fazla siyasetçi, Almanya’daki Türkiye kökenlilerin Türkiye ile ilişkilerini sorguluyor. Birçoğu için Almanya’daki Türkiye kökenlilerin Türkiye’de yaşanan olaylara karşı neden bu kadar hassas oldukları muamma.

Merkel, “Uzun süre Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerden ülkemize yüksek derecede sadakat bekliyoruz” dediğinde bu talep oldukça tepki çekti. Bilhassa Türkiye kökenliler, senelerdir bazen daha gür sesle, bazense arka planda durmadan yinelenen bu talebi bıkkınlıkla karşıladı. Çünkü 55 senelik bir göç geçmişi ve büyük ölçüde başarıyla tamamlanmış yerlileşme sürecinin sonunda insan artık bazı temel soruların aşılmış olmasını bekliyor. Şansölye’nin Türkiye’deki darbe girişiminden sonra Almanya’da giderek daha da alevlenen tartışmanın sonunda sessizliğini bu tarz bir “sadakat talebi” ile bozması birçok Türkiye kökenlide hayal kırıklığı oluşturdu.

21. yüzyılda, sınırların anlamsızlaştığı, çokulusluluğun normalite, ulusal konteynerlerin içine hapsolmanın ise normal durumdan sapma olarak algılandığı bir çağda ulus devlete sadakat çağrılarının karşılığı olmadığını bir kenara bırakalım; Şansölye’nin sadakat beklentisini darbe sonrası Türkiye kökenlilerin Türkiye’ye yönelik artan –haklı- ilgisi sonrası dile getirmesi oldukça ilginç. Fakat bununla birlikte Merkel’in ve diğer siyasetçilerin sadakat talepleri yakından incelendiğinde bunların aslında Türkiye kökenlilerin tamamına yöneltilmediği, sadece belirli bir kesimin kastedildiği görülüyor.

Sadakat çağrıları aslında açıkça dile getirilmese de dindar muhafazakâr kesime yönelik; yani “bir türlü entegre olmadığı” düşünülen kesime. Oysa Türkiye’nin iç politikasına ilgi duyanlar sadece muhafazakârlar, dindarlar değiller; Almanya’daki Aleviler ve çeşitli Kürt gruplar da Türk iç politikasını kelimenin tam anlamıyla “buraya” taşıyorlar. Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli grupların neredeyse tamamının ideolojileri ve etnik arka planları fark etmeksizin Türkiye siyasetine ilgi duyduklarını ortaya koymak için onlar tarafından düzenlenen seminerler, yapılan imza kampanyaları ya da basın açıklamalarına bakmak yeterli. Fakat buna rağmen sadakat talepleri genellikle Türkiye’deki çoğunluk toplumdan çıkmış, Türkiye’deki anaakımda konumlandırılabilecek kesime yöneltiliyor. Burada sadık olması istenen kesim Alevi cemaat ya da Kürt gruplar, ya da daha doğru bir tabirle genelde “Türk hükûmeti eleştirisi yapanlar” değil, bunun yerine Türk iç politikasıyla Alman dış politikası çatıştığında Türk tarafında yer alanlar veya kendilerini Türkiye’deki siyasi duruma eleştirel bir bakış geliştirmek zorunda hissetmeyenler.

Bununla birlikte bu grupların Türkiye siyasetine angaje olmaları, Türkiye’deki gelişmeleri burada tartışmaları, protesto etmeleri ya da kutlamaları tehlikeli, ya da olmaması gereken bir şey değil. Yani Alevi cemaatin Türkiye’deki Alevilere yönelik asimilasyon politikalarını eleştirmesi, Kürt grupların Türkiye’deki azınlıklara yönelik politikaları protesto etmesi ya da UETD’nin darbe girişimi sonrası Demokrasiye Saygı mitingi düzenlemesi sorun olmamalı. Zira Türkiye politikasına ilgi duymak bir entegrasyon zaafiyeti ya da Almanya’ya sadakatsizlik anlamına gelmiyor; bu daha çok günlük hayata yansıyan bir gereklilik. Bütün bu gruplarla, bütün heterojenliğiyle Türkiye kökenliler Türkiye’yle çok yönlü bağlara sahip, bu durum kısa sürede değişmeyecek ve zaten değişmesi de gerekmiyor.

Maçka’da terör saldırısı olduğunda bunu Maçka’ya dair bir haber sitesi uygulamasından anında öğrenen bir Münsterli, Almanya’dan Maçka’daki halasını arayıp endişelenebilir. Bu endişenin giderilmesi için Türkiye politikasında belirli pozisyonlar alabilir, bazı aktörleri destekleyip bazılarına muhalefet edebilir. Bu kişinin Türkiye politikasına duyduğu bu ilgi yüzünden sadakatsiz olarak nitelendirilmesinin mantıklı hiçbir karşılığı yok. Bu kişinin belki doğup büyüdüğü, belki anne babasının çocukluğunu geçirdiği, yazları ağaçlarından incir topladığı mahallede, şehirde, ülkede bir sorun olduğu zaman teyakkuza geçmesi gayet normal. Bu ilgiyi reel politika teorileriyle değil, mikro perspektiften, haydi daha doğru bir deyimle “insan zaviyesinden” anlamlandırmak gerek.

Türkiye kökenliler, Türkiye’deki akrabaları ve tanıdıklarının kederlerini, acılarını, neşelerini an be an paylaşıyorlar. Türkiye onlar için sadece senede birkaç hafta tatile gittikleri bir ülkeden çok daha fazlası. Hastaneleri, okulları, siyaseti, orada meydana gelen terör saldırıları buradaki Türkiye kökenlileri doğrudan etkiliyor. Aynı olayların Alman medyasında ve kamuoyunda çarpık bir bakışla ele alınması ise farklı bir tepki doğuruyor.

Özetle Şansölye aslında sağ popülist AfD’ye oy kaptırmamak saikiyle yaptığı sadakat çağrısıyla Türkiye kökenli topluluk içerisinden bir grubu cımbızla çekip onlara şöyle seslenmiş oluyor: “Türkiye’ye, yani kendi anavatanınıza yaşanmışlıklarınız ve derin bağ üzerinden değil; Alman dış politikası ilgileri üzerinden bakın!” İşin kötü yanı, bu beklentinin ne gerçekçi, ne de hakkaniyetli bir beklenti olmadığını anlatmak yine Türkiye kökenlilere düşüyor.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler