'Charlie Hebdo Saldırısından Bir Yıl Sonra'

Popüler Krizleri Bırakıp Ana Konuya Dönsek?

Avrupa genelinde önleyici tedbirler devlet politikası hâline geleli uzun zaman oldu. Önleyici tedbirleri sorgulayanların aşırılığı desteklediği gibi yanlış bir algı bir tarafa, önleyici tedbirler özelinde esas tartışılması gereken, olumsuz konotasyonlara sahip kavramlarla Müslümanlara yönelik dilin uzun vadede olumsuz bir şekilde kurgulanması. Bu dili Müslümanlar da benimsediği sürece çözüm uzak gibi görünüyor.

©Dskley @ flickr.com (CC 2.0), değişiklikler: Perspektif

Charlie Hebdo saldırısının üzerinden 1 sene geçti. Dergi, saldırının birinci sene-i devriyesinde kapağında sakallı, elinde kalaşnikof olan birini resmederek çıktı. Kapakta “1 an après – l’assassin court toujours”, yani “1 sene sonra katil hâlâ dışarıda” yazıyordu. Kafasının üstünde içinde göz olan bir üçgen taşıyan, “kaçmakta olan bir Tanrı”nın resmedildiği bu kapak, 7 Ocak 2015’te işlenen cinayetlerden doğrudan doğruya Tanrı’yı ya da daha doğru bir ifadeyle “din”i sorumlu tutuyor, Tanrı’yı bir “terörist” olarak tasvir ediyordu. Derginin yöneticisi ve karikatürist Laurent Sourisseau ise ilgili sayının başyazısında, “Kur’an’ın radikalleştirdiği fanatikler”den bahsediyordu.

Bu kez Charlie Hebdo’nun dindarları aşağılamasından bahsetmeyelim. Tanrı’nın resmedilip resmedilemeyeceği ya da dine hakaret tartışmalarına da girmeyelim. Bunun yerine bizler için daha temel bir şeyden; “radikal”, “fanatik”, “aşırıcı” gibi kavramların ne denli yaygınlaştığından ve bu toptancı bakış açısının hayatımıza ne denli nüfuz edip normalleştiğinden bahsedelim.

Şiddet saldırılarından Kur’an’ı, fanatiklikten bir bütün olarak dini ve son günlerde popüler olduğu üzere toplumsal ya da ekonomik sorunlardan mültecileri sorumlu tutan anlayış “kavramlar” üzerinden zehirli bir ortam oluşturuyor. Buna rağmen genelde ilmek ilmek işlenen bu tehlikeli yaklaşım yerine ilgi daha spot ve daha popüler krizlere yoğunlaşıyor, çünkü bu daha kolay. Örneğin Charlie Hebdo’nun Hz. Peygamber’i resmettiğini iddia ettiği çizimlerine tepki daha basit, kolektif ve hızlı bir biçimde gösterilirken, “Kur’an’ın radikalleştirdiği fanatikler” cümlesinde kendisini gösteren ve Avrupa’da çokça yaygın olan yaklaşım tepki çekmiyor.

“Radikallikle mücadele” neredeyse bütün Batı Avrupa ülkelerinde devlet politikası hâline geleli çok oldu. “Fanatizm”, “aşırılık”, “radikallik” gibi kavramlarla “cihat”, “şeriat” gibi İslami kavramların hercümerç edilmesi de artık şaşırtıcı değil. Daha korkutucu olan bu yaklaşımın bizzat Müslümanlar tarafından sahiplenilmesi.

Almanya’da Aiman Mazyek, Cem Özdemir’le TAZ’a verdiği söyleşide şöyle dedi: “Eğer İslamcılıkla mücadele ciddiye alınıyorsa, o hâlde Müslümanlara partner olarak ihtiyaç var.” Mazyek daha sonra tepkiler üzerine kendisinin “İslamcılık” kavramını kullanmadığını, TAZ’ın bu kavramı söyleşiye sıkıştırdığını ve bunun gözünden kaçtığını belirtti. “İslamcılık” kavramını reddettiğini söyleyen Mazyek, bunun artık bir “mücadele kavramı”na dönüşüp herkesin bundan farklı bir şey anladığını yazdı. Sosyal medya hesabında alternatif kavram önerilerini sorduğu gönderisinin altında “İslamcı” kavramı yerine “fundamentalist”, “terörist”, “radikal”, “dini istismar eden radikal”, “aşırıcı”, “dinî motivasyonlu aşırıcı”, “Müslüman neo fanatik” gibi öneriler sıralanırken bütün bu önerilerin aslında hangi “fenomen”i ya da “aktör”ü tanımlamak için sunulduğunu kimse bilmiyordu bile. Müslümanlar arasında dinden kaynaklandığı iddia edilen bir sorunu tanımlamak için birbirleriyle tamamen alakasız kavramların genellikle olumsuz bir konotasyon ile yine Müslümanlar tarafından kullanılması şaşırtıcıdan da öte üzücü olsa gerek.

Popüler krizler ile ana konu arasındaki ayrımın kendisini en bariz şekilde gösterdiği bir diğer alan da “radikallikle mücadele” için senelerdir yürürlükte olan önleyici tedbirler. Yine Almanya’da DİTİB’in siyasetle ilişkilerinde ön sıralarda yer alan avukat Murat Kayman, Murat Gümüş’ün Perspektif’in ocak sayısında Türkçesi yayımlanan yazısında önleyici tedbirleri eleştirmesine karşı bu projeleri savunan bir yazı kaleme aldı. Kayman şöyle diyor: “(Gümüş’ün) eleştirel yazısı, aşırılığın önlenmesini cami cemiyetlerinin kriminalleştirilmesine indirgiyor. (…) Sanki önleyici tedbirlerin temelinde Müslüman cemaatin radikalleşme kaynağı olduğu kabulü yatıyormuş gibi bir izlenim doğuruyor. (…) Bu sorunlu bakış açısı günümüzdeki önleyici tedbir projelerinin farklı yaklaşımlarını yanlış yorumlamaktadır. Mesele, cami cemiyetlerine karşı bir şüphenin peşine düşmek değildir. Söz konusu olan ilgili kişilerin oldukça bireysel sorunlarına bir danışmanlık hizmeti sunabilmektir.”

Kayman, “önleyici tedbir” (Alm. “Prävention”) denilen fenomenin kelimenin tam anlamıyla “ortada herhangi bir suç yokken”, bir şüpheye dayanarak, vuku bulma ihtimali olan suçu, aşırılığı, şiddeti, terörü (liste uzatılabilir) “önlemek” amacıyla uygulandığını, bu nedenle bu projelerin uygulandığı yerlerin (örneğin camilerin), bu sorunları taşıma potansiyeli yüksek yerler olduğunun baştan varsayıldığını, dolayısıyla “önleyici tedbirler” denildiğinde akla sadece masum birkaç danışmanlık projesinden ziyade “sorunlu olduğu baştan varsayılan bir grubun ileride daha fazla sorun çıkarmaması için önceden ufak tedbirlerle iflah edilmesi” anlamına geldiğini bilmiyor olsa gerek. “Önleyici tedbir” denilen fenomenin işleyiş mantığı, bir suçun sadır olmasını beklemeden, riskler ve tahminler üzerinden onu “önlemek” üzerine bina edilmiştir. “Önleyici tedbir”, yapı itibariyle “suç” üzerinden işlemez, “tehdit”, “tehlike” ve “risk” gibi kelimeler üzerinden işler. Tam da bu nedenle önleyici tedbirler –Kayman’ın iddia ettiğinin aksine- “bir şüphenin peşine” düşerler ve bu nedenle cami cemiyetlerinin kayıtsız şartsız önleyici tedbir projelerine katılmalarını savunmak onları uzun vadede yaftalayan bir anlayışın içerisine çekmek olacaktır. Burada, Müslüman gençleri aşırılıktan korumak, onları suçtan uzak tutmak gibi faydalı ve olması gereken projeler değil; onlara potansiyel birer tehdit oldukları ön kabulüyle yaklaşan “akıl” eleştirilmektedir/eleştirilmelidir.

Sadece Avrupa’daki Müslümanları değil, küresel bazda tüm Müslümanları ilgilendiren ana konu, Müslümanlara yönelik kullanılan dilin olumsuz bir konotasyonla kurgulanması, daha da vahimi bu kurgunun bizzat Müslümanlar tarafından benimsenip –Kayman örneğinde de görüldüğü üzere- teşvik edilmesidir. Bu örnekler, sorunlu kavramların normalleşmesinden öte bunların nasıl da sahiplenildiğini ortaya koymaktadır.

Esas sorun, Charlie Hebdo’nun Hz. Peygamber’i ya da Tanrı’yı çizmesi değildir, bu çizimler hiçbir Müslümanı aşağılamaz. Esas tehlike Kur’an’ı fanatikleştiren bir kitap olarak niteleyen, Müslümanların “müdahale edilmediği takdirde muhakkak radikalleşecekleri” kabulünü içselleştiren ve böylece uzun vadede tüm Müslümanları yaftalayan yaklaşım ve kavramlardır.

Müslüman cemaatin öncüleri, Müslümanlar için esas teşkil eden, fakat çözümü uzun süren bu söylem hatalarına tepki göstermek ve konotasyonları tamir etmek yerine günü kurtarmaya yönelik çözümleri benimsediği sürece bu tehlike artarak yayılmaya devam edecektir. Böyle giderse “fanatik, aşırı, radikal Müslüman” stereotipini içselleştiren Charlie Hebdo ile “sorunlu Müslüman’ı iflah etmek için şüphe üzerine bina edilmiş önleyici tedbirleri” teşvik eden Müslümanlar arasında söylem bazında giderek daha çok benzeşmenin olduğunu göreceğiz.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler