'Almanya Koruyucu Aile'

Koruyucu Aileye Verilen Çocuğun Dinî Aidiyetini Kim Belirler?

Faslı bir annenin koruyucu aileye verilen çocuğu annenin Müslüman olarak yetiştirilme talebine rağmen vaftiz edilmek istenince mesele mahkemeye taşındı. Karar koruyucu ailelerdeki çocukların dinî kimlikleri konusunda velilerin tayin edici rolünün altını çizdi.

Almanya’da Gençlik Daireleri (Jugendämter) eliyle yürütülen koruyucu aile pratiği uzun yıllardır çocuklarını kaybeden ailelerin kâbusu olmuş durumda. Şiddet, ilgisizlik, istismar, madde bağımlılığı gibi çeşitli durumların ve çocuğun gelişimine zarar verici bir aile ortamının tespit edilmesiyle birlikte ailelerin elinden velayet hakkı alınabiliyor. Bu durumda çocuklar ya yurtlara ya da koruyucu ailelere yerleştiriliyorlar.

Aslında bir çeşit kriz yönetimi olarak kullanılan bu metot geçicilik üzerine kurulmasına rağmen velayeti alınan çocukların ailelere geri teslimi noktasında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. T.C. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın 2014 yılında açıkladığı verilere göre bu çocukların yarısı kendi ailelerinde tehlikede oldukları gerekçesiyle geri verilmiyorlar. Senelerce süren hukuk mücadeleleri hem aileyi hem de çocuğun gelişimini tahrip ediyor. Tüm bu kargaşa içerisinde çocuğun kaybı ile beraber endişe veren bir husus daha var: Çocuğun dinî eğitimi.

Alman Anayasasına göre çocuklar 14 yaşına kadar hür iradelerini kullanarak bir dine tabi olmazlar. Dinî düşünce, Tanrı tasavvuru gibi konuları belli bir zihinsel düzeye geldiklerinde kavrayabilecekleri varsayılır. Misal olarak okullarda din dersinden muaf tutulmak için verilen dilekçeyi ebeveynlerin vermeleri gerekirken, öğrenci 14 yaşına geldiğinde anne ve babasının onayı olmaksızın din dersinden çıkabilir. Ancak bu düzeye varana kadar çocuğun hangi dine tabi olduğunu ebeveynleri belirler.

Ebeveynlerin bu hakkı mart ayında Hamm Yüksek Eyalet Mahkemesi tarafından görülen bir davada teyit edildi. Gerekçeli karar mayıs ayında yayınlandı.1 Davaya konu olan vakıada Fas kökenli Müslüman bir annenin 2007 yılında gerçekleşen doğumundan hemen sonra velayeti önce kısmî olarak ve ardından tamamen elinden alındı. Anne velayet davası boyunca ilgili mahkemeye gönderdiği yazılarda çocuğunun Müslüman olarak yetişmesini istediğini defalarca yineledi. 2009 yılında çocuğun sürekli olarak Katolik bir aileye verilmesiyle birlikte sorunlar baş göstermeye başladı. Koruyucu ailenin çocuğu vaftiz edebilmek için Aile Mahkemesi’ne başvuruda bulunmasından sonra anne mahkemeye itirazda bulundu. Böylece velayet davasından sonra ikinci bir hukuki mücadele başlamış oldu.

Yüksek Mahkeme Anneyi Haklı Buldu

Dorsten Aile Mahkemesi’nin koruyucu ailenin vaftiz talebine olumlu karar vermesinden sonra çocuğun annesi Hamm Yüksek Eyalet Mahkemesi tarafından haklı bulundu. Gerekçeli kararda benzer durumda olan Müslüman aileler için önemli bulgular mevcut. Çocukların dinî eğitimine ilişkin yasanın (Alm. “Gesetz über die religiöse Kindererziehung” / KErzG) 3. maddesinin 1. fıkrası uyarınca çocuğun dinî mensubiyeti hakkında karar verecek olan mercii sadece kısmî velayet hakkına sahip olsalar dahi velilerdir. Velayet hakkının velilerden tamamen alınmış olması durumunda ise kararı Aile Mahkemesi‘nin onayını da almak şartıyla vasi (Alm. “Vormund”) verir.

Davada koruyucu aile ve Gençlik Dairesi’nin argümanına göre velayetin anneden tamamen alınmış olmasından ötürü vasi olarak koruyucu ailenin kararı geçerli sayılmalıdır. Çocuğun vaftiz edilmesi talebine Dorsten Aile Mahkemesi de onayını verdiğine göre annenin itirazı reddedilmelidir. Ancak tam bu noktada mezkur maddenin 2. fıkrasının 6. cümlesinde geçen kural önem kazanmaktadır.

İlk Tayin Hakkı

Bu kurala göre velayetin vasiye verilmesinden önce çocuğun dinî mensubiyeti belirlenmiş ise bu mensubiyet değiştirilemez. Bu ilk tayin hakkı velilerin hangi sebepten ötürü olursa olsun velayeti kaybetmeleri durumunda çocuklarının kendi inançlarına göre yetişebilme imkânına hizmet etmektedir.

Koruyucu aile ve ilgili Gençlik Dairesi Yüksek Eyalet Mahkemesi önünde görülen davada Faslı annenin velayet hakkının doğumdan hemen sonra elinden alınmış olmasından dolayı çocuğunun dinî mensubiyetini belirle(ye)mediğini ileri sürerek ilk tayini kendilerinin yaptığını, buna göre çocuğun vaftiz edilerek Katolik olmasına herhangi bir maninin bulunmadığını iddia ettiler. Görüşlerine dayanak olarak ayrıca dava sırasında dokuz yaşında olan çocuğun da vaftiz olmayı arzu ediyor olması, buna izin verilmemesi durumunda çocuğun kendisini bulunduğu sosyal ortamdan dışlanmış hissedeceği, bunun ise çocuğun gelişimine zarar vereceği ileri sürüldü.

Bu bakış açısına karşı Faslı anne tarafından dile getirilen “Her çocuk İslam itikadı üzerine doğar” görüşü mahkemece kabul görmedi. Ancak mahkeme başka bir sebepten ötürü anneyi haklı buldu: Doğumdan sonra sadece kısmî velayeti kaybeden anne, hâlâ çocuğun dinî mensubiyetini tayin hakkına sahip bir pozisyonda bulunuyordu. Bu statüye sahipken Aile Mahkemesi’ne gönderdiği mektuplarda kullandığı cümleler, Yüksek Eyalet Mahkemesi için yeterli delil sayıldı. Yazışmalarda annenin çocuğunun Faslı ve Müslüman kimlikleriyle yetişmesini istediğini belli eden ifadeler, mahkemece çocuğun dininin İslam olarak tayin edilmesini ve vasi tarafından değiştirilemeyeceğinin kararlaştırılmasını sağladı.

Faslı annenin mektuplarında kullandığı cümlelerin yeterli delil sayılmış olmasıyla birlikte mahkeme bilhassa çocuğun doğum belgesinde dinî mensubiyet hanesinin doldurulmasının da yeterli sayılabileceğini ifade etti. Ailelerin doğumdan hemen sonra bu tür önlemleri önemsemeleri günün birinde çıkabilecek olası sorunlardan kaçınmak adına faydalı olacaktır.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler