'Avrupa'da Dindarların Durumu'

“Hristiyanlar İslam Din Derslerini Savunuyor”

Avrupa’daki dindarlar kendi dinî hakları hakkında ne düşünüyor? Avrupa’nın altı ülkesinde Müslüman göçmenler ve Hristiyan yerlilerin dinî haklara yaklaşımları konusunda araştırma yapan Prof. Dr. Sarah Carol (Köln Üniversitesi Sosyoloji ve Sosyal Psikoloji Enstitüsü) ile araştırmanın sonuçları hakkında konuştuk.

Araştırmanızda sizi şaşırtan hangi bulgulara ulaştınız?

Mevcut literatüre bakıldığında güçlü bir dindarlığın diğer gruplara karşı reddedici bir tutumu beraberinde getirdiği tahmin edilir. Bu çoğu zaman geçerli bir bulgu. Fakat biz araştırmamızda dindar insanların diğer din mensuplarının haklarını daha güçlü bir şekilde savunduğunu tespit ettik. Açıkçası bu sonucu pek beklemiyordum.

Araştırmanızda iki gruptan bahsediyorsunuz: Müslüman mülteciler ve Hristiyan yerli halk. Ancak Müslümanlar giderek daha fazla “yerli” oluyorlar ve göç sayesinde “Hristiyan göçmen” sayısı da artıyor. Bu açıdan bakıldığında Müslümanları “göçmenler” ve Hristiyanları ise “yerliler” olarak değerlendirmek ne kadar doğru?

Müslümanlar Avrupa’da elbette “yerliler”. Fakat dindarlar ve etnisitelerin bir arada yaşamını incelemek için gruplar arasında bir şekilde ayrım yapmak zorundayız. “Yerli” ifadesi yerine, “ebeveynleri söz konusu Avrupa ülkesinde doğmuş olan kişiler” de diyebilirdik, fakat bu biraz uzun olurdu. Araştırmamızın asli amacı da dindarları “göçmenler” ve “yerliler” olarak ayırmak ve bu şekilde tanımlamak değildi. Yerli halktan aldığımız örneklemler ağırlıklı olarak Hristiyan’dı ve bunların arasında ebeveynleri İspanya veya İtalya gibi diğer ülkelerde doğmuş kimse yoktu. Odak noktasında ebeveynleri Müslüman olan ve eski Yugoslavya, Türkiye, Fas veya Pakistan kökenli olan insanlar vardı.

Diğer göçmen gruplar hakkında birçok bilgiye sahibiz, ancak Müslüman gruplar arasındaki çeşitliliği incelememize yardım edecek bilgimiz fazla yok, çünkü örneğin Almanya’da yaşayan Pakistanlılar çok küçük bir bölümü teşkil ediyor ve mevcut veriler sistematik bir araştırma yapmamıza izin vermiyor. Bu sebeple biz Avrupa’daki altı ülkede bulunan bu dört grubu inceledik. Böylece bunların gerçekten grup farklılıkları mı olduğunu yoksa aynı kökene sahip insanların yaşadıkları ülkeye bağlı olarak farklı tutumlara mı sahip olduklarını görmeyi amaçladık.

Araştırma yaptığınız ülkeleri “kısıtlayıcı” kontekstler ve “uyumlu” kontekstler olarak ayırıyorsunuz. Hangi ülkeler kısıtlayıcı, hangileri uyumlu ve neden?

Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa, İsviçre ve Büyük Britanya’da Hristiyanlara ve Müslümanlara ne kadar hak tanındığına bağlı olarak dört farklı model belirledik. Bir tarafta farklı dinî grupların devlet tarafından eşit şekilde desteklendiği Hollanda var. Müslüman cemaat Hollanda’da bu destekten faydalanabilmiş, okullar ve medya gibi kendi kurumsal yapılarını oluşturabilmiş. Aynı şekilde Birleşik Krallık da kendi devlet kilisesi olmasına rağmen Müslüman cemaate ve Hindularla Sihler gibi diğer dinî gruplara karşı oldukça destekleyici bir tutum içerisinde. Burada din ve devlet arasındaki katı ayrım Müslüman cemaatin eşit haklar talep etmesini de kolaylaştırmış durumda.

Almanya, Belçika ve İsviçre’nin Almanca konuşulan bölgelerinde devlet farklı cemaatlerle din dersinin organize edilmesi gibi bazı konularda iş birliği yapıyor. Bununla birlikte örneğin Almanya’daki Müslüman cemaate diğer hakların da büyük oranda ilişkili olduğu kamu tüzel kişiliği tanınmıyor.

En kısıtlayıcı olan yerler ise İsviçre ve Belçika’nın Fransızca konuşulan bölgeleri ve özellikle Fransa. Fransa’nın bazı alanlarda din ve devlet işlerini birbirinden ayırması Müslümanların haklarını elde etmelerini zorlaştırıyor. Böylece Hollanda ve Birleşik Krallık; Almanya, Belçika, Fransa ve İsviçre’ye göre daha destekleyici modellere sahipler.

Müslümanlar farklı Avrupa ülkelerinde dinî hakları bakımından hangi yaklaşımlara sahipler?

Bazı hakların savunulması bakımından ülkeler arasında belirgin farklılıklar var. Örneğin Almanya ve Belçika’da Hristiyanlar ve Müslümanlar için din derslerinin hem Müslümanlar hem de çoğunluk toplumu mensupları tarafından şiddetle savunulduğunu görüyoruz.

Buna karşın Fransa’daki Müslümanların laikliği daha fazla benimsediği ve göçmen/Müslüman kökenli olmayan Fransızlara uyum sağladığı görülüyor. Hollanda’daki Müslümanlar ve yerli halk öğretmenlerin başörtüsü takmasını büyük ölçüde savunurken Fransa’dakilerin bu konudaki desteği daha az. Fransa’daki Müslümanlar bu anlamda laikliği benimsemiş. Yine de Fransa’daki Müslümanlar ülkedeki gayrimüslimlere kıyasla hem kendi hem de Hristiyanların dinî haklarını daha fazla savunuyorlar.

Araştırmanıza göre dinî semboller sorunlu gibi görünüyor. İnsanlar kamusal alana yansıyan dinî sembollerden neden rahatsız oluyor?

“Neden” sorusuna doğrudan bir cevap vermem mümkün değil. Ancak başörtüsü ile ilgili tartışmada genellikle liberal cinsiyet değerleri ileri sürülüyor ve başörtüsünün bu değerlerle uyumsuz olduğu dile getiriliyor. Ama görünen o ki sorun bunun da ötesinde genel olarak kamu kuruluşlarında dinî sembollerin kullanılması. Zira araştırmamızda gayrimüslimlerin okullarda Hristiyanlığa ait sembollerin kullanılmasını, din dersini destekledikleri kadar desteklemediklerini gördük. Burada dinî açıdan tarafsızlık talebinin okullarda daha büyük olduğu görülüyor. Örneğin eyaletler arasında büyük ölçüde fikir ayrılıkları olmakla beraber Almanya’da okullarda haç sembolü bulunması oldukça eleştirel karşılanıyor.

Sizce başörtüsüne dair tartışmalarda ne tarz hatalar var?

Ben başörtüsüne dair tartışmanın önemli ama çok da duygusal bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Bir bilim insanı olarak tabii ki farklı dine mensup öğretmenlerin (sadece Müslümanlar değil) dinî semboller taşımasının eğitim, zihniyet ve kimlik üzerindeki olası sonuçlarına ilişkin araştırmaların yön verdiği daha bilinçli bir tartışmanın olmasını savunuyorum. Ayrıca başörtüsüyle ilgili Almanya’daki bazı eyaletlerin başörtüsüne yasal düzenlemeler açısından olumsuz yaklaşımlarının toplumun tamamı üzerindeki sonuçları hakkında, örneğin bu durumun dindarlar arası ilişkileri olumsuz etkileyip etkilemediği hakkında bilimsel araştırmaların yapılması da faydalı olacaktır.

Araştırmanızın sonuçlarından biri Müslümanların inançlarına bağlı oldukları ölçüde diğer dinlere karşı hoşgörülü oldukları. Öte yandan kamuoyunda Müslümanların dindarlığının sıkça sorunsallaştırıldığını da biliyoruz. Dindarlığın olumlu etkisi göz ardı mı ediliyor sizce?

Dindarlık ve diğer dindarların dinî haklarına ilişkin değerlendirme arasındaki olumlu ilişki sadece Müslümanlar için değil Hristiyanlar için de geçerli. Dindarlığın yardımseverlik ve dayanışma gibi gayet olumlu sonuçları var. Ancak aşırı dindarlığın ters etkisine ilişkin yeterli örnek de mevcut. Bu özellikle bir dinin diğerlerinden üstün görüldüğü ve devlet tarafından belirgin ölçüde kayırıldığı durumlarda söz konusu. Akademik araştırmalar dinin birçok yüzü olduğunu ve hangi dinî davranış ve inancın olumlu veya olumsuz etkilerinin olabileceğinin ayrılması gerektiğini gösteriyor. Dinî etkilerin çeşitliliği bilimsel tartışmalarda kabul edilirken, kamuoyu tartışmalarında durum genellikle böyle değil.

Dindarlar Avrupa’da azınlık durumunda. Bu açıdan Müslümanlar ve diğer dindar insanlar arasında ne gibi yeni iş birliği olanakları ortaya çıkabilir?

Bizim verilerimizde inançlararası hoşgörüyü görüyoruz. EURISLAM projesi çerçevesinde yürüttüğümüz medya tartışmalarını analiz ettiğimizde Avrupa’da kiliselerin de Müslümanları destekleyici bir tutum içinde olduğunu görüyoruz. Bu durum farklı cemaatleri birleştiren dinin toplumsal rolünün güçlendirilmesinin gerçekten de olumlu sonuçlar doğuracağı şeklinde yorumlanabilir.

Bazı devletlerde gözlemlediğimiz üzere azınlıkta olanların diğer grupların haklarını kısıtlamak istemesi çok akıllıca değil. Birleşik Krallık örneğinde genellikle aynı haklar talep edilebildiği için bir grubun dinî haklara sahip olmasının diğer grubun taleplerini elde etmesini kolaylaştırdığını görüyoruz.

Almanya’da İslami cemaatlerle eyaletler arasında imzalanan devlet anlaşmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu anlamdaki sıkıntılardan biri Müslüman cemaatin örneğin Katolik Kilisesi’nden daha az merkeziyetçi olması. Farklı sayıda üyeleri temsil eden farklı cemaatler mevcut. Dolayısıyla devletin karşısında tek bir muhatap ve Almanya’daki Müslümanları temsil eden tek bir organizasyon yok. Bu sağlanmadıkça işlerin çok da kolay olmayacağını düşünüyorum. Ancak bazı eyaletlerde bu durum aşılmış ve din derslerinin organizasyonu için bazı cemaatlerle münferit kararlar alınmış durumda.

2050 yılında Avrupa’daki İslam’ı nerede görüyorsunuz?

Tüm Batı Avrupa ülkelerinin (İsviçre hariç) İslami haklar konusunda uzun vadede giderek artış gösteren güçlendirici bir tutum içinde olduğunu gözlemledik. Bu haklar demokratik temel haklarla bağdaştırılabilir olduğu sürece bu eğilimin devam etmesini bekliyorum. Ancak muhtemelen durumun nasıl bir gelişim göstereceği idaredeki partilerin dağılımına, burada yaşayan (seçme hakkına sahip) Müslüman sayısına, bunların nereden geldiğine ve ihtiyacın devam edip etmeyeceğine veya gelecek nesillerde dinî uygulamaların azalıp azalmayacağına bağlı olacak.

İbrahim Yazıcı

Christian Albrechts Üniversitesi Kiel’de Tarih, Avrupa Halk Etnolojisi ve Alman Edebiyatı/Medya alanlarında lisans ve yüksek lisans eğitimi gören Yazıcı, Europa Üniversitesi Viadrina’da Karşılaştırmalı Kültürel ve Sosyal  Antropoloji kürsüsünde doktora çalışmasına devam etmektedir.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler