'Dosya: "Popülizm"'

Bizim Kendi Popülizmimiz

Yükselişe geçen sağ popülizm sadece Avrupa toplumlarının çoğulcu yapısını değil, Türkiye kökenli Müslüman cemaati de belli sınamalarla karşı karşıya bırakıyor. İlk ve en önemli sınav “bizim kendi popülizmimiz”i aşabilmekle başlıyor.

1 Ocak 2017

Yükselişe geçen sağ popülizm sadece Avrupa toplumlarının çoğulcu yapısını değil, Türkiye kökenli Müslüman cemaati de belli sınamalarla karşı karşıya bırakıyor. İlk ve en önemli sınav “bizim kendi popülizmimiz”i aşabilmekle başlıyor.

Popülizm kavramının kullanılışında ciddi bir enflasyon söz konusu. Bu kelime siyasi karşıtların birbirine genelde hakaret olarak kullandığı bir slogana doğru evriliyor. Kavrama dair açık bir uzlaşı da yok üstelik: Kimileri popülizmin demokrasiler için bir doğrulayıcı/musahhih olduğunu iddia ederken, kimileri popülizmin demokrasi önündeki en büyük tehlikelerden biri olduğunu söylüyor. Kelime itibariyle “elitlerden değil halktan yana olmak” olarak tanımlanabilecek popülist bakışta yegâne düşman elitler değil. “Karışık sorunlara basit cevaplar vermek” şeklinde kendisini gösteren popülizmin sağcı aktörlerdeki en açık karşılıklarından birisi sosyal sorunların kaynağını azınlıklar, yabancılar veya göçmenlerde aramak ve çözümün de bu kesimlerin dışlanması ile sağlanabileceğini zannetmek. Diğer bir deyişle popülist söylemin düşman algısı zamana ve mekâna göre değişiklik gösterebiliyor.

Bu yönüyle popülizm bukalemun gibi farklı sosyal şartlar içerisinde renk değiştiren ve herhangi bir doktrine bağlı kalmayan bir ideoloji.

Bu ideoloji toplumu, biri “saf, hakiki halk” olmak üzere iki (ya da daha çok) karşıt gruba bölerek anlamlandırmaya çalışıyor.

Avrupa’daki Müslüman cemaat sağ popülist partilerin yükselişinden ve bunun neticesinde merkez ve sol partilerin sağ söylemleri giderek daha çok benimsemesinden şikâyet ederken gündeme getirilmesi gereken başka bir sorun daha var: “Bizim” kendi popülizmimiz.

Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli cemaat, popülizmin sadece çoğunluk toplumun mensuplarında görülen bir hastalık olduğunu düşündüğünde büyük ölçüde yanılıyor. Zira Türkiye kökenli Müslüman cemaat içerisinde de popülizm kendisini hiç de nadir olmayan bir şekilde gösterebiliyor.

Somut örnek vermek gerekirse Almanya’da İslam düşmanı söylemlerden rahatsız olan birisinin, “Ermeni”, “Rum”, “Yahudi” ya da “Kürt” kimliklerini olumsuz bir anlam içerisinde kullanması; Avusturya’da “yabancılar sınır dışı edilsin” sloganlarını endişeyle takip eden birinin Türkiye’ye sığınan mültecileri “suç oranları” ve “uyumsuzluk” gibi gerekçelerle kovalamak istemesi de popülizm. Aynı şekilde Fransa’da Müslümanlara yönelik “terörle mücadele” kapsamında giderek sertleşen söylemin rahatsız ettiği birisinin “Bak bunlardan bir tanesini meydanda sallandıracaksın, o zaman nasıl kuzu gibi olurlar.” demesi de popülizm. Hem de bu yönüyle bizim kendi popülizmimiz, Avrupa’da artış gösteren sağ popülizmden daha da tehlikeli bir yapıya bürünüyor: Bu söylemleri benimseyenler popülizmi kıyasıya eleştirirken, onu sadece karşıdakine ait bir fenomen olarak algılayan, bu nedenle de kendi popülist düşüncelerine kör kalan bir çıkmaz sokakta bulunuyorlar.

Bu yönüyle Avrupa’da sağ popülizmin hedefi olan bir azınlık grubunun mensupları, “hâkim unsur” oldukları köken ülkelerinde bizzat popülist söylemin taşıyıcıları hâline gelebiliyor.

Bu yönüyle köken ülke Türkiye ile gayet meşru bir şekilde canlı bağlara sahip olan Türkiye kökenli Müslümanlar güncel siyasi gelişmeleri değerlendirirken popülizm cereyanına kapılma tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyorlar. Bu durum yurt dışındaki Türkiye kökenliler için yaşadıkları ülkelerdeki gelişmeler karşısında popülizm karşıtı, Türkiye’deki gelişmeler karşısındaysa dişli bir popülist olma gibi çelişkili bir tutum doğurabiliyor. En son 15 Temmuz’da Türkiye’de gerçekleşen darbe girişiminin ardından yurt dışındaki Türkiye kökenlilerin anavatanlarına yönelik taşıdıkları haklı endişe, popülist söylemlere meyletme konusunda yeni bir imtihan doğurmuştu. Türkiye’de idamla ilgili tartışmalara katılan birçok kişi, sosyal medyada idamı destekler nitelikte açıklamalarla bu popülist söylemin taşıyıcısı olmuşlardı.

“Bizim kendi popülizmimiz” olarak nitelendirilen bu tutumu daha doğru analiz edebilmek için kişinin kendisine bir test sorusu yöneltmesi de mümkün: Trump’un, Wilders’in, Strache’nin üslubundan rahatsız olanlar, Türkiye’de benzer üsluba sahip siyasetçilerden de aynı oranda rahatsızlık duyuyorlar mı? Yoksa Avrupa’da popülizmin rahatsız edici olmasının tek nedeni “biz”e yöneltiliyor olması mı? “Biz”i hedef tahtasına koymayan popülizm ile bir sorunumuz yok mu?

Sağ popülizm ile mücadelenin en ön saflarında bu siyasi yelpazeden en çok zarar görme tehlikesi taşıyan azınlıklar yer almalı, bu doğru.

Fakat popülizm ile etkin bir şekilde mücadele edebilmenin ilk koşulu, kişinin bu söylemlere tutarlı bir şekilde asla prim vermemesinden geçiyor. Bu yönüyle Avrupa’da sağ popülizmin yükselmesiyle Türkiye kökenli Müslümanlar ikili bir sınavla karşı karşıya kalıyorlar: Hem Müslümanları düşman olarak konumlandıran sağ popülizmi, hem de ortaya çıkmak için elverişli ortamlar bekleyen kendi öz popülizmini saf dışı bırakmak. Bunu başardığımız ölçüde Avrupa’da yaşayan Müslümanlar olarak sağ popülist partilerin yükselişini etkin bir şekilde önleyebilme imkânına kavuşacağız.

Fotoğraf:©Flickr.com/gelund

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler