"Avusturya"

Avusturya’da Cami Kapatan Bir Utanç Vesikası: İslam Yasası

Avusturya’da cami kapatmalarının temel müsebbibi 2015 yılında büyük tartışmalarla yenilenen Avusturya İslam Yasası. Bugün cami kapatmalarına karşı çıkanlardan bazılarının, o dönem devletle pazarlık masasında oturduğu biliniyor. Acı bir bilanço.

Avusturya’da 7 caminin kapatılacağı ve 60 imamın oturumunun iptal edileceği sağ popülist- aşırı sağ ÖVP-FPÖ koalisyon hükümeti tarafından açıklandı. Sürecin ardından Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) içerisinde Başkan İbrahim Olgun merkezinde “istifa” krizi oluştu. IGGÖ Başkan Yardımcısı Abdi Taşdöğen, Olgun’un camilerin kapatılmasına giden süreçte Bakanlık’la yazıştığını ve böylece camilerin kapanmasına yol açtığını iddia edip, Olgun’u istifaya çağırdı.

Olgun ise 12 Haziran’da yayınladığı bir açıklamada IGGÖ’nün kendi başkanlığında kanuni sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirdiğini belirtti. Olgun aynı zamanda açıklamada IGGÖ’nün cami kapatmaları için asla başvurmadığını ya da bu kapatmalardan haberinin olmadığını yineledi.

Olgun’un açıklamasında yer alan bir başka cümle ise şu şekildeydi: “Eğer IGGÖ’nün, bugünkü başkan yardımcısı da dâhil olmak üzere (2015 yılındaki) yöneticileri, o dönem İslam Yasası’nın uygulanabilirliği ve etkisini sorgulayabilselerdi, bugün bütün bu olumsuz gelişmeler yaşanmayabilirdi.”

Şahsına yönelik bütün eleştirilere rağmen Olgun’un isabetle belirttiği üzere, bugün Avusturya’da camilerle ilgili bu sorunların yaşanmasının yegâne gerekçesi, bugünkü İslam Yasası. Bugün İbrahim Olgun’u yaptığı açıklamalar ve cami kapatmalarına giden süreçte hatalı girişimleri nedeniyle nasıl eleştiriyorsak, bu eleştirinin 10 kat fazlasını o dönem İslam Yasası’nın önünde canla başla set olmayan Müslüman temsilcilere yöneltmemiz gerekiyor.

Müslüman Cemaat Açısından Utanç Vesikası

Avusturya’da İslam Yasası 2015 yılında güncellenirken, bu yasanın anayasadaki eşitlik prensibine aykırı olduğu, Müslümanlara yönelik genel bir şüpheyi yasalaştırdığı ve bu nedenle “utanç verici” olduğu söylendiğinde yerleşik Müslüman derneklerinden bazıları bu eleştiriyi, “uçarı” eleştiriler olarak yorumluyordu. O dönem İslam Yasası’na yönelik güçlü eleştiriler, içlerinde bazı Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) yöneticileri de olmak üzere pazarlık masasında oturanlar tarafından dikkate alınmadı. O dönem Müslüman cemaat arasında ciddi ayrışmalara neden olan bu yasa, bütün dinî cemaatlere karşı eşit muamelede bulunması gereken bir devletin yalnızca Müslümanların “yurt dışı finansmanı”nı yasaklamasıyla ciddi anayasal sıkıntılar doğurmuştu. İslam Yasası yenilenirken “Devlet nasıl olsa bu yasayı geçirecek, biz de en azından masadan kalkan taraf olmayalım” gibi akıllara zarar bir yaklaşımla facia maddeleri onaylayan ya da sorunlu maddeleri yanlış yorumlayan Müslüman temsilciler, bugün cami kapatmalarının, imamların sınır dışı edilmesine varan süreçlerin de asıl müsebbibi. Hatta bugün, İbrahim Olgun’u, gayet haklı bir şekilde eleştiren ve mevcut süreçle ilgili hataları nedeniyle istifaya davet eden bazı Müslümanların da, 2015’te İslam Yasası müzakerelerinde devletle masada oturduğunu ve kendilerine gelen itirazlara kulaklarını tıkadığını söylemek zorundayız. Bugün İbrahim Olgun’u eleştirirken, dün İslam Yasası’na onay verenleri unutursak, bu eleştiri taraflı ve eksik kalmış olur.

Müslüman Cemaatin İslam Yasası’ndan “Kaytarma” Stratejileri

Avusturya’da İslam Yasası yenilenirken, “Bu yasayla Müslüman cemaat kendi ayağına sıkıyor” diyenlere karşı bir kesim, nedense bu yasanın uygulanmayacağını ya da bir şekilde yasadan kaytarılabileceğini düşünüyordu. Bu durumda yasa gümbür gümbür gelirken, “yurt dışı finansman yasağı” gibi akıllara zarar bir madde, uygulanmadığı takdirde bazı müeyyidelerin ortaya çıkacağı bir yasal zemin olarak değil de, bir şekilde halledilebilir ufak bir pürüz olarak görülüyordu.

Nitekim IGGÖ’nün –ne yazık ki cılız ve etkisiz kalan- itirazlarına rağmen tasarı yasalaştı. Zaten anayasal açıdan sorunlu olan bu yasa, ÖVP-FPÖ hükümeti elinde pimi çekilmiş bir bombaya dönüştü. Bu yasanın kimin elinde nasıl kullanılacağıyla ilgili ilk sonuçlara ise geçtiğimiz hafta tanık olduk. Mevcut durumda Avusturya’daki bütün imamların 4’te birinin oturumunun iptali ve –en az- 6 caminin kapatılması ile karşı karşıyayız. Daha kaç caminin kapatılacağı ve niçin kapatılacağı konusunda kimsenin hâlâ yeterli bilgisi yok.

O dönem İslam Yasası konusunda eleştirel pozisyonları sayfalarına taşıyan mecralardan biri de Perspektif’ti. 1 Kasım 2014’te Gülmihri Aytaç yasa taslağını Perspektif için değerlendirirken söz konusu maddelerden Avusturya Anayasası’ndaki eşitlik ilkesiyle çelişen üçünü şöyle listelemişti:

• Din görevlilerinin maaşlarının ve dinî derneklerin bağış ve finansmanlarının yurt dışından temin edilmesinin yasaklanması

• Dinî içerikli derneklerin yalnızca IGGiÖ çatısı altında faaliyet gösterebilmeleri ve IGGiÖ çatısı altında olmayan derneklerin yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren 6 ay içinde feshedilecek olmaları

• IGGiÖ’nün çatısındaki alt kurumların devlete ve topluma karşı pozitif bir tutum içinde olma zorunluluğunun kanunda yer alması ve böylelikle her türlü eleştirinin, yasaya aykırı kabul edilebilme ihtimali sonucu kurumun feshedilme nedeni olması

Cuma günü başbakan, başbakan yardımcısı ve iki bakanı olağanüstü hal ilan eder gibi gazetecilerin karşısına diken de işte tam olarak bu üç maddeydi. Avusturya’da kapatılan 7 cami (birisinin kapatılma süreci geriye döndürülebildi), oturumu iptal edilecek 60’tan fazla imam varlığını işte o dönem bu İslam Yasası’nın onaylanmasına yardımcı olan Müslümanlara borçlu.

Yasanın Sorunlu Yanları: İslami Geleneğe Taban Tabana Zıt Bir “Cami” Tanımı

Yukarıda da görüldüğü gibi İslam Yasası, daha 3 yıl öncesinden camilerin kapatılmasını zaten öngörüyordu. Çünkü bu tarz sorunlu bir yasal düzenlemeden kaçmak mümkün değildi.

Yasadaki en temel sorunlardan bir tanesi de, İslami cemaat söz konusu olduğunda eşitlik ilkesinin askıya alınmasının yanı sıra yasaya göre “cami”nin tanımı. Yasaya göre bir “cami”nin “cami” olabilmesi için IGGÖ tarafından tanınmış olması gerekiyor. Bu tanınmaya sahip olmayan camilerde dışarıya açık dini faaliyetler, örneğin hutbe okunması ya da Kur’an öğretilmesi “yasak” ve bu durum İslami gelenekle tamamen çelişiyor. İslam’ın tabana dayalı, dinî kimliğin ve dinî faaliyetlerin bir üst otoriteden icazet almadan gerçekleştirilebileceği bir geleneği var. Bir “cami”nin “cami” olarak tanınması, belki formel prosedürler için bazı bağlamlarda gerekli olsa da, “tanınmayan” bir caminin kapatılması, ancak otoriter bir anlayışın eseri olabilir. İslam Yasası’nın bu otoriter anlayışı yansıttığını, dönemin Müslüman temsilcilerinin birçoğunun da, “Bütün camiler bizim iznimize muhtaç olacaklar” düşüncesiyle İslam geleneğinde olmayan bu “tanın ya da yok ol” mekanizmasını desteklediğini hatırlatalım.

Bunun yanında “cami” olmak için IGGÖ’ye bağlanma şartı ciddi bir kiliseleşme temayülü. Camilerin IGGÖ’ye bağlı olma şartı aynı zamanda şöyle garip bir ön kabulü de ortaya koyuyor: “Bu Müslümanlar, denetlenmedikleri, bir üst merciden kontrol edilmedikleri müddetçe ‘sıkıntılı’ yönelimlere sahip olmaya mahkumlar.” Yani sanki IGGÖ’nün denetimi olmadığı sürece Müslümanlar kendi dini kimliklerini olgun bir şekilde yaşayamayacak zavallı, kapasitesiz yığınlarmış, dini kimliklerini kolektif bir şekilde yaşarken bir üst mercinin onayına ihtiyaçları varmış gibi bir hakaret söz konusu.

“Cami Kapatmak” Pratiğindeki Çelişki

Bütün yaşananların farklı bir boyutu daha var. Camilerin kapatılma haberinin ardından Müslüman cemaatin bütün eleştirileri “kendine” yöneltmesi, farklı bir refleks de doğurdu. Avusturya’daki birçok Müslüman’ın, “Camilerimiz kapatılıyor, sizse bu eylemi gerçekleştiren ve İslam düşmanı temayüllere sahip hükümeti eleştirmek yerine Müslümanları eleştiriyorsunuz.” şeklinde tepki verdiğini gözlemlemek mümkün. Bu tepki bir yönüyle haklı. Avusturya hükümetinin “siyasal İslam” terkibine, bu soyut terkip üzerinden İslami dindarlıkla mücadele stratejilerine, “aşırılık, radikallik” gibi kavramlar üzerinden İslami kimliğin en temel yansımalarını, kendisiyle savaşılması gereken “şey”ler olarak göstermesine kökten eleştirme getirmek zorundayız. Fakat mevcut hükümetin birkaç ay önce yayınlanan hükümet programından hareketle tabiri caizse görevini icra ettiğini, o hükümet programına ve İslam Yasası’na ses çıkartmayan Müslümanların da vazifelerini icra etmemiş olduğunu görmek ve dönüp kendimize bakmak zorundayız.

Yine de Avusturya hükümetine yönelik sayısız eleştirilerin arasında “cami kapatma”larla ilgili özel bir eleştiriyi yinelemiş olalım: Avusturya’da camilerin kapatılma gerekçesi olarak öne sürdüğü “radikallik” ya da “topluma ve devlete karşı olumlu bir yaklaşıma sahip olmak”, camiler için söz konusu olamaz. Çünkü binalar, camiler, mescitler “radikal” olamazlar. Dinlerin kendileri de “radikal” ya da “fundamentalist” olmazlar. Sadece bu açılardan bakıldığında bile “cami kapatmak”, hükümetin iddia ettiği amacın (siyasal İslam’la mücadelenin) çok uzağına düşüyor. Çünkü “kapanan cami” ile birlikte bu camide yaygınlaştırıldığı iddia edilen “radikal temayüller” bir anda ortadan kalkmıyorlar. Bu düşünceleri –varsa- yayan kişiler, kendilerine başka mecralar arayabilecekken, “cami kapatma mesajı” iki farklı fay hattı oluşturuyor: İlkinde çoğunluk toplumu nezdinde “cami” kelimesinin, zaten senelerdir haiz bulunduğu pejoratif anlam katlanarak büyüyor; bu bağlamda toplum nezdinde “cami” kapatılması gereken, tehlikeli faaliyetlerin yürütüldüğü bir “ortam” olarak kodlanıyor. Tabiri caizse cami, “radikalliği” üreten, içine giren her bireyi bir anda “radikal” olarak şekillendiren, bu tarz bir mekanizmaya sahip olan bir “mabet” olarak görülüyor.

İkincisinde ise Müslüman cemaat bu eylemle kendi kutsal mekanlarının aşağılanmasına, tehlike yuvaları olarak görülmesine tanık olmuş oluyor. Kapatılan 7 camide ne tarz “aşırıcı” faaliyetlerin gerçekleştirildiğinden (ya da böyle bir şeyin olup olmadığından) bağımsız olarak bu iki temayül de tehlikeli, yıkıcı ve toplumsal barış adına geri döndürülemez sonuçlara sahip. Tam da bu nedenle Olgun’un ilk basın açıklamasında belirttiği gibi cami kapatmalarının “en son çözüm” olarak görülmesi gerekiyor.

Peki Ne Olacak?

Yaşanan bütün bu süreç esnasında “suçlamak” fayda getirmeyen, boş bir tartışma doğuruyor. Avusturya’da cami kapatmaları etrafındaki tartışmada kurumlar, pozisyonlar, şahsi yaklaşımlar üstü bir sorumluluğumuz var: Bugün Avusturya’daki Müslümanların yaşadıklarının tamamı İslam Yasası’nın semptomları. Yasa da popülist hükümet gibi görevini icra ediyor. Bugün cami kapatmalarından alnı ak bir şekilde çıkacaksak, İslam Yasası’yla ilgili yeni bir itiraz sürecinin başlatılmasına ön ayak olmamız gerekiyor.

İslam Yasası, hem anayasal, hem İslami açıdan sorunlu yaklaşımları yasalaştırdı. O zaman bu yasaya itiraz edenler, bu itirazın haklı gururunu yaşıyorlar. O zaman yasanın geçmesini sağlayanlar için ise tek bir alternatif söz konusu: Yasaya bugün itiraz etmek ve bu utanç vesikasının ortadan kalkması için çalışmak. Aksi halde İslam Yasası’nın laneti, Avusturya Müslümanlarının yakasını bırakmayacak.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler