"2017 Almanya Seçimleri"

Almanya | Bir “Büyük Koalisyon” Hikayesi

Almanya’da 24 Eylül 2017’de gerçekleşen federal seçimlerin ardından başlayan hükümet krizi nihayet 7 Ocak 2018’de sona ermiş görünüyor. 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana koalisyon kurma çalışmaları ilk defa 3 ayı geçmiş oldu. Önceki rekor Eylül 2013’te Hristiyan Birlik Partileri ile Sosyal Demokratlar arasında 86 gün süren görüşmelere aitti.

Fotoğraf: 360b / Shutterstock.com

Seçimlerde en çok oy alan iki parti, Şansölye Angela Merkel’in liderliğindeki Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Martin Schulz’un Sosyal Demokrat Partisi (SPD), “büyük koalisyon” konusunda uzlaştı. Almanya’da böylece seçim öncesi görevde olan hükümet sistemi devam edecek. Uzlaşı taslak metninin yayımlanmasının ardından partilerin iç organlarında anlaşmayı onaylaması bekleniyor. Sosyal Demokratlar’ın içinde “büyük koalisyon”a muhalefetiyle bilinen çevreler olsa da parti üyelerinin genelinin kararı onaylaması bekleniyor.

 

Koalisyonun taslak metninde yer alan Müslümanlara ve İslam’a ilişkin ifadeler soru işaretlerine sebep oluyor. Henüz kesinleşmemiş olsa da, kabinenin nasıl şekilleneceği de Almanya Müslümanlarını yakından ilgilendiren meselelerin arasında bulunuyor. Koalisyon anlaşmasının ve hükümet programının ayrıntıları netleştikçe bu konularda daha açık değerlendirmeler yapmak mümkün hale gelecek.

 

Şimdilik, koalisyonun gelişimi ve anlaşmaya giden süreçteki işaretlerden çıkarımlar yapmak daha sağlıklı görünüyor. Perspektif,  büyük koalisyonun hikayesini, satır başlarını, sürecin kritik safhalarını araştırdı.

 

Aşırı Sağın Endişe Veren Başarısı

24 Eylül’de gerçekleşen Federal Seçimler, sadece Almanya’da değil Avrupa ve dünya kamuoyunda da yakından takip edildi. Kıtaya yönelen mülteci akının merkezinde bulunan Almanya’da kurulacak yeni hükümetin Avrupa Birliği’nin güvenlik ve dış politika konularındaki tutumunu doğrudan belirleyeceği ön görülüyordu.

Sosyal yardımlar, ülkedeki Müslümanlar ve diğer grupların hakları, vergi sistemi gibi konularda farklı politika önerileriyle seçmenin karşısında çıkan siyasi partilerin seçim performansı, Alman kamuoyunun bu konudaki genel eğilimini görmek açısından da önemliydi.

 

Birleşik Krallık’ta Brexit’in halk oyuyla onayı ve Amerika Birleşik Devletleri’nde popülist söylemleriyle dikkat çeken Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın başkanlığa gelmesi, Avrupa genelinde aşırı sağ hareketler açısından bir domino etkisine sebep olmuş; öyle ki, Avusturya’da aşırı sağcı Özgürlük Partisi (FPÖ) koalisyon ortaklığına kadar yükselmişti. Hollanda ve Fransa’da da aşırı sağın benzer grafiğe sahip olması, Almanya’da göçmen ve Müslüman karşıtı politikalarıyla öne çıkan Almanya için Alternatif (AfD) partisinin seçim performansını daha kritik hale getiriyordu.

Seçim sonuçları açıklandığında görünürdeki galibin yanında, seçimlerin bir de gizli galibinin olduğu anlaşıldı. Aşırı sağcı AfD, kampanya sürecindeki tutumuyla diğer bazı partileri “sağa çektiği” gibi kendi oy oranını da ciddi biçimde artırmıştı. Hristiyan Birlik Partileri’nin %33 oranını yakaladığı seçimde AfD, Sosyal Demokratlar’ın (%20.5) hemen ardından, %12.6 ile Meclis’e girmeye hak kazandı. Federal Seçimlerde Özgür Demokratlar (FDP) %10.7, Sol Parti (Die Linke) %9.2, Yeşiller (Die Grüne) ise %8.9 oranını yakaladı.  

 

“Jamaika”da Sonuç Yok

Angela Merkel’in, Özgür Demokratlar ve Yeşiller ile, partilerin renklerinin Jamaika bayrağını andırması sebebiyle “Jamaika” adı takılan koalisyon çabası, Özgür Demokratlar’ın sert muhalefeti sonucu başarıya ulaşamadı. 20 Ekim’de başlayan müzakerelerde partilerin “kırmızı çizgiler”i müzakerelerin geleceğini belirledi.

Araştırmalarda %57’ye varan halk desteğine sahip Jamaika denemesi uzun süre Almanya gündemini işgal etti. Hristiyan Demokratlar’ın seçimde ittifak kurduğu Bavyera’daki kardeş partisi CSU’nun “mülteci kotası”nda ısrar etmesi, muhtemel koalisyon ortaklarında hoşnutsuzluk yarattı. Hristiyan Birlik Partileri 8 Ekim’de mülteciler için bir üst sınır uygulanması konusunda uzlaşsa da bu ısrar Jamaika’yı başlamadan bitiren sebeplerin arasına girdi.

 

Çözümsüzlük ve Erken Seçim İhtimali

Göçmen politikaları dışında iklim değişikliğiyle mücadele, Avrupa Birliği ile ilişkiler, sosyal politikalar ve vergiler de partilerin anlaşmazlık noktaları arasında yer alıyordu. 3’lü koalisyon denemesinin uzun uğraşlara rağmen başarısızlığa uğraması, erken seçim fikrinin de güç kazanmasına sebep oluyordu.

19 Kasım’da Özgür Demokratlar lideri Christian Lindner “güven eksikliği” sebebiyle müzakere masasını terk etti. Attığı adımı tartışmaların güvensiz bir ortamda sürdüğü görüşüyle açıklayan Lindner, “Yanlış yönetmektense yönetmemek daha iyidir” diyerek erken seçim sinyali verdi. Yeşiller Eşbaşkanı Kathrin Göring-Eckart ise Lindner’in ifadelerine karşıt biçimde, görüşmelerde uzlaşıya oldukça yaklaşmış olduklarını açıkladı. “Uzlaşmamız için sadece az bir zamana daha ihtiyaç vardı” açıklamasını yapan Yeşiller liderine CSU Başkanı Seehofer’dan da destek geldi: “Hükümetin kurulması ulaşılabilir hale gelmişti. Her konuda bir anlaşma mümkün olurdu.” Bu açıklamalara rağmen Özgür Demokratlar’dan  herhangi bir geri adım gelmedi. Tersine, Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki, diğer partilerin güvensiz ve uzlaşmaz tavırlarına dikkat çekerek “masada hiçbir şeyin olmadığı”nı aktardı.

Bu gelişmelerin ardından, erken seçim ihtimalinin yanında CDU/CSU ile SPD arasında “büyük koalisyon” seçeneği de yeniden dillendirilmeye başlandı. Seçimin hemen ardından ana muhalefete geçeceğini açıklayan Sosyal Demokratlar’da Başkan Vekili Ralf Stegner, kararlarının değişmediğini, “Büyük koalisyon için bir oylama gerçekleşmeyeceğini” ifade etti.

 

SPD’de Parti İçi Muhalefet

20 Kasım’da SPD lideri Schulz, başka bir koalisyon denemesi yerine erken seçimi tercih ettiklerini açıkladı. Önünde erken seçim dışında yalnızca Özgür Demokratlar veya Yeşiller ile kurulacak bir azınlık hükümeti seçeneği kalan Şansölye Merkel’in tavrı o günlerde merakla bekleniyordu. Bir yandan da Alman kamuoyunun bir kısmında Sosyal Demokratlar’ın “uzlaşmaz” şeklinde anlaşılmaya açık sert tutumu tartışma konusu olmaya başlamıştı.

Sosyal Demokratların CDU/CSU ile görüşmeye yanaşmamasında, önceki iki dönem tecrübesinin etkili olduğu anlaşılabilir. 2005-2009 ve 2013-2017 dönemlerinde de büyük koalisyonla yönetilen Almanya’da, Sosyal Demokratlar her seçimden oy kaybederek çıktı. SPD, 2009’da, bir önceki seçime göre 11.2 puan kaybederek %23, 2017’de ise 5.2 puan daha gerileyerek %20.5 oranına sahip olmuştu. Özellikle partinin gençlik teşkilatı ile sol kanat, CDU/CSU koalisyonuna şiddetle karşı çıkarak, azınlık hükümeti veya “iş birliği koalisyonu” gibi seçeneklerin öncelikli olarak gündeme gelmesi gerektiğini savunuyordu.

 

6 Aralık’ta gerçekleşen parti kongresine tek aday olarak katılan Schulz, yüzde 82 oranında bir destekle yeniden genel başkanlığa seçildi. Kongredeki konuşmasında “büyük koalisyon” için olumlu sinyaller veren sosyal demokrat lider, partisinden olumlu karar çıkması durumunda Merkel ve Seehofer’la müzakerelere başlayabileceğini belirtti. Nitekim bu konuşmadan sonra yapılan oylamada, “büyük koalisyon”a adım atılması yönünde verilen önerge oy çokluğuyla kabul edildi.

 

Cumhurbaşkanı Steinmeier Devrede

SPD’nin tavrının değişmesiyle, 13 Aralık’ta, Cumhurbaşkanı Steinmeier devreye girerek masada yer alacak üç lideri kabul etti. Erken seçim taraftarı olmadığını belirten Alman lider, siyasi partilerden ülkede istikrarlı bir hükümetin kurulması adına inisiyatif almaları gerektiklerini vurguladı. Nihayet tarihler 20 Aralığı gösterdiğinde Merkel ve Schulz, yeni yılın ilk ayında görüşmelere başlamak için anlaştı.

 

Ön Görüşmelerde İhtilaflı Konular

Ocak ayında süren görüşmelerde öne çıkan anlaşmazlık noktaları kimi zaman erken seçim ihtimalinin yeniden gündeme gelmesine sebep oldu. Bunlar arasında en çok dikkat çeken konulardan biri, kuşkusuz, sağlık sigortası sistemiydi. SPD, sağlık sigortasında reform yaparak “halk sigortası” olarak adlandırdığı tek tip bir sağlık sigortasına geçmek isterken CDU/CSU, “özel” ve “yasal zorunlu” şeklinde ikili yapıya sahip mevcut sistemin devam etmesi gerektiğini savundu. Görüşmelerde SPD ayrıca, işveren ve çalışanın sağlık sigortası ücretini eşit düzeyde ödemesi gerektiği üzerinde durarak bu konuda reform yapılmasını talep etti. Bunlar dışında göçmen politikası, vergiler, Avro Bölgesi düzenlemeleri gibi konular da müzakerelerde ihtilaflı konular olarak haberlere konu oldu.

 

Büyük Koalisyon Zamanı

7 Ocak’ta başlayan ve bir hafta süren ön görüşmelerin ardından taraflar asıl görüşmelere geçilmesi konusunda mutabık kaldı. Schulz’un “mükemmel bir başarı” olarak tarif ettiği ön görüşmeler için üç lider de birbirlerine teşekkür ederek en kısa zamanda istikrarlı bir hükümetin kurulması adına çalışacaklarını belirtti. Mültecilerin aile birleşiminde bin kişilik kota ön gören mutabakat metninde ayrıca, Almanya’nın birleşiminden sonra uygulamaya geçen dayanışma vergisinin  ve işsizlik sigorta primlerinin azaltılması gibi maddeler yer aldı.

 

21 Ocak’ta gerçekleşen SPD olağanüstü kongresinde delegeler 297’ye karşı 362 koalisyon müzakerelerinin devamı yönünde karar aldı. 26 Ocak’ta asıl görüşmelerine başlanan “büyük koalisyon”un mutabakat taslağı üzerinde Şubat’ın ilk günü liderler uzlaşma sağladı. Ertesi gün metnin basına sızmasıyla kamuoyunda müstakbel hükümetin programı üzerine tartışmalar da başlamış oldu. (meb)

 

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler