'Dosya: "İslam Din Dersi"'

“İslam Din Dersleri, Dinle Devletin Anlaşabildiğinin Göstergesi”

Almanya’nın en önde gelen Kilise Hukuku uzmanlarından Prof. Dr. Stefan Muckel ile Almanya’da devlet okullarında inanca dayalı İslam din derslerinin anayasal çerçevesi hakkında konuştuk.

Kamu okullarındaki inanca dayalı din dersleri Almanya’da oldukça eski bir geleneğe dayanıyor. Bu dersler dinî cemaatler ve devlet açısından hangi anlamlara geliyor?

Dinî cemaatler için esas amaç öğrencilere okulda da “ulaşabilmek”. Almanya’da inanca dayalı din dersleri tüm okullarda müfredat kapsamında yer alan düzenli bir ders. Dinî cemaatin her genç mensubu din dersine katılmakla yükümlü, ancak negatif din özgürlüğü olarak adlandırılan sebeplerden dolayı her öğrenci dersten kaydını da sildirebiliyor. Bu da öğrencilerin din dersine katılması ve ilgili dinî cemaatin bu öğrencilere didaktik ve pedagojik açıdan müdahale etme fırsatını elde etmesi anlamına geliyor.

Devlet tarafından sunulan din dersi, kamu okullarında “değerlere dayalı bir ders” olarak alışılagelmiş öğretim programının dışında kalan ve ahlaki/manevi olarak yaygın bir şekilde yerleşmiş olan değerlerin öğrencilere aktarılmasını taahhüt eder. Ancak burada, felsefe veya ahlak derslerinde olduğu gibi sadece değerlerden değil, aynı zamanda bu değerlerin dinî inanışlar ile bağlantılı olan yönlerinden de bahsedilir. Devletin inanca dayalı din dersinden beklediği de esasen budur. Devlet, içeriğe yönelik amaçlar güdemez. Yalnızca temel yapılara yönelik amaç ve hedefleri taahhüt edebilir. Alman Anayasası 7. Madde, 3. Paragraf, 2. Bent uyarınca din dersi, dinî cemaatlerin esasları ile uyumlu olarak verilir. İlgili dinî cemaat içerikleri belirler. Bu sebeple devletin dinî cemaatlerden bekleyebileceği tek şey bu cemaatlerin devlet için uygun içeriklere yer vermesidir; çünkü bu içerikler toplumu bir arada tutar ve şiddetin artmasına karşı bir etkiye sahiptir.

Anayasa kapsamında devlet inanca dayalı din dersinin içeriğine yönelik hiçbir müdahalede bulunamaz. Bu sebeple dinî cemaatlerin faaliyet alanlarının kapsamları da oldukça geniştir. Yine de anayasa hukukunun önemli esaslarına uymak zorunludur. Bu sebeple İslam din dersi hem toplumun hem de siyasetin belirli kısıtlamalarıyla karşılaşıyor. Din dersinde devlet için tehlike oluşturabilecek içeriklerin verilmesinden korkuluyor. Bu durum için en açık örnek ise “kutsal savaş” için yapılan çağrıdır. Böyle bir şey elbette devlet tarafından kabul edilebilir bir durum değil. Din dersi anayasal düzene uymalı ve anayasanın koymuş olduğu önemli temel değerlere bağlı kalmalıdır.

Böckenförde teoremine göre devlet, dinî cemaatler ile iş birliği yaparak kendi başına üretemeyeceği “değerleri” üretir. Özellikle İslam din dersi sunmak için oluşan “Danışma Kurulu” modelleri göz önünde bulundurulduğunda bu teoremi nasıl okumak gerekir?

60’lı yıllardaki meşhur eserinde devlet ve anayasa hukukçusu Ernst-Wolfgang Böckenförde özgürlükçü anayasal devletin, kendisinin garanti edemeyeceği şartlara bağlı bir şekilde yaşadığını belirtmiştir. Peki, özgürlükçü devlet ne yapabilir? Devlet, toplum için önemli olan ve özgürlükçü anayasal devlet ile kısmen aynı siyasi ve ahlaki amaçları güden vakıflar aracılığıyla, örneğin dinî cemaatler vasıtasıyla, okullara belli değerleri taşıyabilir. Bu noktada din dersinin anayasada yer aldığı gibi yapılandırılması konusunda bazı beklentiler var. Tarafların birçoğu Müslüman dinî cemaatlerin bu modele uygun davranmasını bekliyor. Devlet, okullarda inanca dayalı bir ders sunarak anayasal devletin şartlarının yerine getirilmesine bir nebze daha garanti altına alınmasına katkıda bulunmak istiyor. Ancak bu konunun Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletindeki Danışma Kurulu modeliyle pek bir alakası yok. Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde olumlu olarak değerlendirilmesi gereken konu, her ne kadar Anayasa’nın 7. Maddesi ve 3. Paragrafı’nın öngördüğü şekilde olmasa da İslam din dersinin sunulması için çaba gösteriliyor olmasıdır. Geçici bir çözüm olarak düşünülen Danışma Kurulu modeli için Böckenförde’nin ifadesine uygun olarak bu çabanın hiç yoktan iyi olduğunu söyleyebiliriz.

İslam din dersi sıklıkla entegrasyon veya güvenlik politikasının bir aracı olarak görülüyor. Burada temel bir hakkın siyaset tarafından araçsallaştırıldığını söyleyebilir miyiz?

Ben böyle olduğuna inanmıyorum çünkü siyaset din dersi verebilecek bir konumda değil, aksine bunun için dinî cemaatlerin işbirliğine ihtiyacı var. Din dersinin entegrasyona gerçekten de ciddi bir etkisi olduğu söylenebilir. Bu sayede dernekler, sonraki nesillerin toplumsal yaşam için hazırlandığı, kamu hukuku tarafından düzenlenmiş olan önemli bir devlet sektörüne, diğer bir ifadeyle kamu okullarına, başarılı bir şekilde dâhil edilebilmektedir. Öğrencilerin bu şekilde daha iyi entegre edilmesi bana oldukça mantıklı geliyor. Öğrenciler mensubu oldukları dinin aniden bir kamu okulunda mevcut olduğunu görüyorlar. Devlet onlara dinin iyi bir şey olduğunu ve din ile devletin birbirleriyle anlaşabildiğini gösteriyor. Bu, aynı zamanda öğrencilerin özellikle eğitim alanında olmak üzere tüm toplumsal alanda kendilerini buraya ait hissetmelerini de sağlıyor. Belki biraz yüzeysel olacak ama, sonuç itibarıyla ben siyaseten din dersine atfedilen entegrasyon etkisinin gerçekten de var olduğuna eminim.

Peki, eyaletlerde İslam din dersinin uygulanış biçimi anayasada belirlenen çerçeve ile uyumlu mu?

İslam din dersinin şu ana kadarki uygulanışına ilişkin tereddütler var. Alman Anayasası 7. Madde, 3. Paragraf uyarınca dinî cemaatlerin din derslerine dâhil edilmesi gerek. Almanya’da İslam dinine mensup olan 3 ila 5 milyon arasındaki Müslüman sayı bakımından göz önüne alındığında artık teknik problemlerden söz etmek mümkün değil. Bu teknik problemlere örnek olarak herkes tarafından bilinen ve sözüm ona 20 yıldır mevcut olmayan “devlet karşısında Müslümanları temsil edecek iletişim partneri” verilebilir. Elbette söz konusu olan “iletişim partneri” Almanya’da yaşayan Müslümanların birçok farklı cemaatinde mevcut. Diğer bir konu da Müslüman cemaatlerdeki üyelik yapılarının yeterince iyi ayırt edilemiyor olması. Ancak bu gerekçe de artık İslami cemaatlere karşı kullanılamaz, çünkü birçok İslami dernek yapılandırmasını buna uygun bir şekilde gerçekleştirdi.

Mevcut durumda yalnızca Hessen Eyaletinde İslam din dersi anayasaya uygun olarak ders planı dâhilinde bir ders olarak başlatıldı. Hessen Eyaletinde gerçekleştirilen bu uygulama, temel yapısı itibariyle anayasanın belirlemiş olduğu talimatlar ile uyumlu. Diğer eyaletlerde ara çözümler ve geçiş çözümleri uygulanıyor. Bu çözümlerin arasında, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki Danışma Kurulu Modeli de var.

Öte yandan DİTİB Hessen Eyalet Derneğine dair bir inceleme de var. Ajanlık suçlamaları sebebiyle DİTİB’in İslam din dersindeki etkisine endişeyle yaklaşılıyor.

Burada DİTİB’e yönelik soruşturmanın savcılık tarafından sonlandırılmasının tek sebebinin şüphe unsurlarının eksikliği ile değil, aynı zamanda ilgili imamların Türkiye’ye gitmiş olmaları ve bu sebeple davanın görülemeyecek olmasıyla ilgili olduğunu söylemekte fayda var. Ancak temsil ettiği Müslümanların sayısı göz önüne alındığında bir düzine şüpheli durum DİTİB’in genellemeci bir şekilde suçlanması için de bir gerekçe olmamalı. Bence hem devlet hem de DİTİB birbirlerine karşılıklı birer adım atmalı.

Kuzey Ren-Vestfalya’daki Danışma Kurulu Modelinin Anayasayla bütünüyle uyumlu olmadığından bahsettiniz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Şahsım adına bu Danışma Kurulu modelini anayasa hukuku bakımından kuşkulu buluyorum. Bu model, Alman Anayasası 7. Madde, 3. Paragraf uyarınca belirlenen talepleri karşılamıyor. Müslümanlardan yıllar boyunca dinî cemaatler oluşturmaları yönünde taleplerde bulunuldu. Federal İdare Mahkemesinin 2005 yılındaki kararından beri de Müslümanların bu konuda oldukça iyi bir yolda olduğunu biliyoruz. Almanya’daki Müslümanların dinî cemaatler kurmasını talep eden toplumsal ve siyasi-yasal bir gelişim süreci yaşandı. Yolun yarısına gelindiğinde de İslam’ın Kuzey Ren-Vestfalya’da ortak bir şekilde temsil edilmesi amacıyla Danışma Kurulu modeli getirildi. Bu durum mümkün mertebe tek tip bir din dersi sunulması bakımından siyasi beklentilere uysa da anayasaya aykırıdır.

Danışma Kurulu modeli, temsile yatkın olarak ifade edilemeyecek bir şekilde oluşturulmuştur. Sebebi ise Danışma Kurulu’nun Almanya’daki tüm Müslümanları temsil etmemesidir. Bu modelde derneklerden kısıtlı bir sayıda Müslüman seçilmektedir. Diğer üyeler ise devlet tarafından atanmaktadır. Bunun yanı sıra Kurul’daki birçok tartışma konusu da çözümsüzdür. Elimizden, bunun bir geçiş süreci modeli olarak kalmasını ve siyasetin rotasını yakın zamanda Alman Anayasası 7. Madde, 3. Paragraf çizgisine doğru yöneltmesini ümit etmekten başka bir şey gelmiyor.

Danışma Kurulu’ndaki üyelerin dördünün devlet tarafından atandığını belirttiniz. Bu yapı ile birlikte devletin dinî cemaatlerin içeriklerine ve kurumsal iç yapılarına doğrudan müdahalesi olmuyor mu?

Benim anladığım kadarıyla Danışma Kurulu modelinin temel fikri, henüz bir dinî cemaati olmayan kişinin, henüz dinî cemaat kimliği olmayan dernekler tarafından donatılan bir Danışma Kuruluyla çalışmasıdır. Diğer taraftan ülke çapında mümkün olduğunca ortak bir din dersi sunma isteğinin mevcut olduğu izlenimine sahibim. Elbette ki bunun mantıklı fiili bir içyüzü vardır, ancak yine de Alman Anayasası 7. Madde, 3. Paragraf’ın değerlendirmesine uygun değil. Bu madde, dinî cemaatlerin bağımsız ve serbest bir katkı sağlama yönündeki haklarının garanti altına alınmasını amaçlar. Anayasada bahsedilen budur. Danışma Kurulu Modelinin istediği ise Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde henüz resmî olarak dinî bir cemaat olmamış derneklerin katılımını sağlamaktır. Yakından incelendiğinde birden fazla dinî cemaatin mevcut olduğu görülebilmektedir. Bunların, cemaatlerin tamamını teşkil edip etmediğini söyleyemem; bunun anlaşılması için daha dikkatli bir inceleme yapılması gerek.

Alman Anayasasının da ön gördüğü üzere, bir eyalette ortak tek bir din dersi fikrinden uzaklaşılmalıdır. Anayasanın 7. maddesinin 3. paragrafında yer alan tasarı uyarınca elbette DİTİB, VIKZ ve İslam Konseyi’nin farklı İslam dersleri sunması mümkündür. Elbette DİTİB ve VIKZ gibi içerik olarak birbirine oldukça yakın olan derneklerin aralarında anlaşarak ortak bir müfredat üzerinde çalışmalarının bir sakıncası yoktur. Ancak anayasada yer alan yaklaşıma göre din dersi inanışa ve ilgili dinî cemaate bağlıdır.

Münster Yüksek İdare Mahkemesi son İslam din dersi davasında davacı İslam Konseyi ve Almanya Müslümanları Merkez Konseyi’nin anayasada belirtildiği şekilde bir dinî cemaat olmadığına karar verdi. Kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yüksek İdare Mahkeme, davacı iki dernekten biri olan Almanya Müslümanlar Merkez Konseyi’nin çatı dernek düzleminde kimlik verici görevlerin yerine getirilmesine ilişkin tüzüksel bir konumunun olmadığını söyledi. Bu durum şaşırtıcı, zira benim kanaatime göre Federal İdare Mahkemesi 2005 yılında, davanın daha eski bir aşamasında farklı bir görüşe sahipti. Ancak Federal İdare Mahkemesi derneğin çatı dernekten, dinî cemaatin bütününün dinî kimliğine şekil veren görevleri yalnızca tüzüğe (Alm. “Satzungsrecht”) göre mi, yoksa uygulamada da üstlenip üstlenmediği sorusunu yanıtsız bırakmak zorunda kalmıştır. Yüksek İdare Mahkemesi, davacı olan her iki derneğin de, yani Merkez Konseyi’nin ve İslam Konseyi’nin dinî öğretiye dair otoritesinin geçerliliğini reddetmiştir. Bütün bu sorunların arka planında Müslüman cemaatlerin başarılı bir şekilde din dersi sunmak istemeleri durumunda çatı kuruluşları olarak organize olmaları gerekliliği yatmaktadır. Oysa Müslümanların mensubu oldukları din, Alman anayasasının din hukukunun tüm şartlarına birebir aktarılamamaktadır. Aynı zamanda İslam, Alman Anayasasının 7. Maddesi 3. Paragrafında belirtilen din dersi modeline de uymamaktadır. Bu sebeple çatı kuruluşlarının oluşturulmasına neden olan dinî cemaatlere gerek vardır. Bu dinî cemaatler de bu nedenle çatı derneklerinin kurulduğu ve bu derneklerin altında daha küçük toplulukların oluştuğu bir yapıya sahiptir. Ancak çatı kuruluşlarının bünyesindeki küçük dernekleri sadece din derslerini uygulamaya koyma amacıyla koordine ettiği yönünde bir algının oluşmaması için Federal İdare Mahkemesi Müslüman bir çatı kuruluşunun “(dinî) kimliğe yön verecek” görevleri de üstlenmesini, diğer bir ifadeyle tüm derneğin kimliğine biçim veren görevleri üstlenmesini talep etmiştir. Bu görevler tüm derneğe sunulan, gençlere yönelik çalışmalar, dinî ibadetlere yönelik düzenlemeler ya da imamların meslek içi eğitimleri gibi çalışmalar olabilir. Dosyanın durumuna bakıldığında, Federal İdare Mahkemesi 2005 yılında Merkez Konseyi’nde ve İslam Konseyi’nde sadece bu yöndeki “belirtiler”den daha fazlasını görmüştü. Yüksek İdare Mahkemesi ise davanın yıllar sonra yeniden ele alınmasının ardından dava hakkında farklı bir karar vermiş oldu. Bu da az önce belirttiğim gibi bana şaşırtıcı geliyor.

Almanya’daki anayasal din hukukunun tarihsel olarak yalnızca Hristiyanları göz önünde bulundurduğu ve İslam’a yönelik yaklaşımların kilise organizasyon modellerindeki eksikliklerden dolayı zor olduğu yönünde eleştiriler var. Burada hemen bir “reform” ihtiyacından mı söz edilmeli, yoksa İslami organizasyonların gerçekliğini kavramak için farklı yöntem ve yollar var mı?

İslam bir din dersi için ayrıntılı şartlar anayasada yer almıyor; bunlar yargı tarafından sadece madde madde olarak ele alınmış durumda. Şu an net ve somut şartların getirilmesi için uğraşılıyor. Anayasa bir dinî cemaatin nasıl kurulmuş olmasını talep ediyorsa İslami bir cemaat de esasında o şekilde kurulmalı. Bununla beraber İslami bir cemaatin Hristiyan bir kilise gibi kurulması çok da gerekli değildir. İslam dinî cemaatlerinin kendilerini “kiliseleştirmeleri” geçmişte bazıları tarafından talep edilmiştir. Ancak buna kesinlikle gerek yoktur, çünkü dinî cemaatlerin kurulması için yeterince farklı seçenek mevcut. Tabii ki dinî cemaat modeli oluşturulurken örnek teşkil eden dinî cemaat olarak Hristiyan kiliselerinin göz önünde bulundurulduğunu da itiraf etmeliyiz. Bugün, hem üyeleri hem de benzer inanışlara sahip kişiler için dinî yaşamla ilgilenen ve bu durumu temel görevi olarak algılayan dernekler kurulması gerektiği düşünülüyor. Aynı zamanda bu derneklerin bu görevleri sadece gençlere yönelik çalışmalar veya bir “tebliğ” çalışması olarak değil de bir bütün olarak kabul etmeleri bekleniyor.

Federal İdare Mahkemesinin az önce bahsettiğim 2005 yılına ait kararından beri, çatı kuruluşlarının da dinî cemaat olabileceği açıklık kazandı. Bu gerçekleştirilirken yine az önce bahsettiğim “kimlik oluşumuna katkıda bulunan görevlerin” yerine getirilmesi gerekiyor. Bugün akıllara gelen büyük soru ise belli bir oranda yurt dışından kontrol edilen dinî cemaatlerin nasıl değerlendirilmesi gerektiği. Önümüzde hâlâ tüm taraflar tarafından kabul gören bir çözüme ulaşılamamış olan DİTİB konusu var. Öte yandan Alman anayasasında yurt dışından gelen etkilerin tamamen reddedilmesi de ön görülmüyor. Bilindiği üzere Roma Katolik Kilisesinin merkezi de Roma’da, ancak bu anayasal bağlamda sakıncalı olarak değerlendirilmiyor.

Almanya’da uzun bir süre boyunca “Devlet Kilise Hukuku” olarak adlandırılan bir hukuk alanından söz edildi. Bu alan artık “Anayasal Din Hukuku” ya da “Devlet Din Hukuku” olarak gelişmiş durumda. Devletin din hukuku, her dine ve dinî cemaate açık. Bu hukuk aynı zamanda ayrım yapmama prensibini de içeriyor ve bu prensip Hristiyan olmayan dinler için de uygulanıyor. Bu hukukun, Hristiyanlık perspektifinden “Devlet Kilise Hukuku” olarak yorumlanamayacağı ve bir “Anayasal Din Hukuku”na geçilmesi gerektiğinin anlaşılması onlarca yıl sürdü. Ancak bunun sürmesinin bir sebebi de kiliselerin ciddi oranda üye kaybetmiş olması ve Almanya’daki dinî çoğulculuğun bundan 30 yıl önce belki de hayal bile edilemeyecek bir biçimde ilerlemiş olmasıdır. Bu sebeple olaya daha yakından bakıldığında anayasal din hukukunun günümüzde olduğu gibi her dine açık olduğu görüşüne varılmış durumda.

Alman anayasasının giriş bölümünde bahsedilen “Tanrı” elbette ki yalnızca Hristiyanların Tanrısı değil. Anayasanın yapılandırılış biçimi de Hristiyan bir devletin yapılandırılışı anlamına gelmiyor. Anayasal Din Hukuku ortaya ciddi bir esneklik koyuyor ve devlet ile dinî cemaatlerin tarafsız işbirliğine olanak sağlıyor. Bu noktada taraflar birbirine yönelmeli ve (örneğin devlet anlaşmalarında olduğu gibi) çözümler bulmalı.

Burak Altaş ve Kübra Zorlu sordu. 

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler