'Dosya: "Entegrasyon"'

Bir Kavramın Anatomisi: Entegrasyon

Çokkültürlülük tartışmalarından “öncü kültür” tartışmalarına kadar uzanan geçmişiyle “entegrasyon”, bugün Batı Avrupa’daki “farklılıklar” söz konusu olduğunda yeniden düşünülme ihtiyacıyla karşı karşıya.

Tarihsel olarak uzun bir geçmişe sahip olan göç olgusu, özellikle ulus-devletleşme süreciyle birlikte farklı boyutlarda ele alınmaya başlamıştır. Bu bağlamda göç ve göçe dair olgular hem sosyal ve siyasi bilimler literatüründe önemli bir yer edinmiş, hem de ülkelerin politika oluşturma süreçlerinde farklı perspektiflerden değerlendirmelere tabi olmuştur. “Entegrasyon”un kapsamına dair üzerinde mutabık kalınmış bir uygulama ve tanımlama bulunmadığını göz önüne aldığımızda bu kavrama dair uygulamaların da ülkelerin ajandalarında farklı şekillerde yer alması şaşırtıcı değil.

Göç ve göçe dair politikalar çerçevesinde entegrasyona alternatif oluşturan uygulamalar, ülkelerin içinde bulunduğu sosyal, siyasi ve ekonomik durumlara göre asimilasyon, uyum (İng. “adaptation”) ve çokkültürlülük gibi çeşitli kavram ve anlayışlarla ele alınmaktadır. Bu kavramların uygulanış biçimleri ülkeden ülkeye değişiklik göstermekle birlikte, son yıllarda entegrasyona yönelik uygulamaların tekrar ivme kazandığını söylemek yerinde olacaktır. Nitekim 2016’da Almanya, 2017’de ise Avusturya Entegrasyon Yasalarını yürürlüğe koymuştur. Özellikle son yıllarda Avrupa’ya yönelik kitlesel göç hareketleriyle birlikte entegrasyon kavramı yeniden gündeme gelse de kavramın Avrupa’da ortaya çıkışı II. Dünya Savaşı sonrasına dayanmaktadır. Yine 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa’daki ulus-devletleşme sürecinde göçmenlere yönelik uygulamalar çoğunlukla asimilasyon yahut ayrıştırma şeklinde iken, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa ülkelerinin yeniden inşası sürecinde göçmenlere yönelik politikaların daha çok entegrasyon uygulamaları çevresinde yoğunlaştığı görülmektedir.

Entegrasyon Politikalarında Kültürleşme

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da dört farklı göç ve entegrasyon süreci başlamıştır. Bu entegrasyon politikaları Alman mülteci ve sürgün edilmişler, işçi göçüyle gelenler, yabancı sığınmacı ve mülteciler ve etnik Alman göçmenleri kapsamaktadır. Zamanla entegrasyon tartışmasına siyasi partilerin de dâhil olması ile konuyla ilgili yasal hükümler oluşturulmuş, devlet liderliğindeki girişimlerle göçmenlerin katılımında kültürel unsurlara önem verilmiştir. Entegrasyon politikalarında kültürleşmeye gidilmesine en açık örnek Almanya’da 2000 senesinde CDU’nun (Hristiyan Demokrat Birliği) Almanya’daki entegrasyon politikalarına yanıt olarak öncü kültür (Alm. “Leitkultur”) önerisini sunması verilebilir. Bassam Tibi’nin tanımıyla modernlik, demokrasi, laiklik, Aydınlanma, insan hakları, sivil toplum; kısacası Batı değerleri olarak nitelendirilen “öncü kültür”, bir süre sonra göçmenlere yönelik kültürel asimilasyonu içinde barındıran Avrupa’nın kültürel olarak üstünlüğüne işaret eden tek kültürlü bir Alman toplumu görüşüne evrilmiştir. CDU’nun “öncü kültür” önerisi Alman dilini öğrenme, Alman milletine sadakat, Almanya’nın resmî ve siyasi kurumlarını kabul etme ve kurallarına uyma gibi unsurları barındırmakta, fakat sadece bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Bununla birlikte Alman ulusunun kimliğinin anayasal düzen, ortak tarih, dil ve kültür tarafından şekillendiği iddia edilmekte; bu kimliği oluşturan unsurlar da Avrupa uygarlığı temeline dayandırılmaktadır.

Burada tanımlanan entegrasyonun büyük oranda “kültürleştiği”, yani Avrupa kültürünü tamamen merkeze alarak göçmenlerin kendi kültürlerinin göz ardı edildiği, en büyük göçmen kitlesinin İslam dini mensubu olmasına rağmen yapılan politikalarda bunun dikkate alınmadığı, Batı kültür ve medeniyetinin bir üst kültür olarak yukarıdan bakan bir uygulama ile empoze edildiği görülmektedir.

Alternatif Bir Kavram: Çokkültürlülük

Daha önce de belirtildiği üzere entegrasyona alternatif kavramlardan biri de çokkültürlülüktür. Çokkültürlülük, toplumu oluşturan kişi ve grupların mevcut dinî, etnik, kültürel çeşitliliğini kabul eden ve farklı gruplar tarafından oluşturulan toplumda hoşgörü içinde yaşamayı temel alan ve farklılıkları olumlayan bir düşünceye dayanmaktadır.

Hollanda’nın 1980’lerde uygulamaya koyduğu göçmenlere yönelik politika da çokkültürlük esaslı olmuştur. Bu politika kapsamında Türk ve diğer göçmen çocukları kendi anadil ve kültüründe eğitim almış, ibadethanelerin açılmasına engel olunmamış, göçmenler tarafından oluşturulan dernek ve vakıf faaliyetleri teşvik görmüş, devlet tarafından yapılandırılan temsil kurulları ile azınlık gruplarının ve temsilcilerinin görüşleri alınmıştır. Fakat bu durum çok sürmemiş, 90’ların başında çokkültürlülük politikası tek taraflı uyumu baz alan entegrasyon politikasıyla yer değiştirmiştir. Bu dönemden sonra göçmenlerin önceden sahip olduğu dilsel, kültürel ve dinî farklılıklarına dair haklar yavaş yavaş sorun olarak görülmeye başlamıştır. Bir süre sonra entegrasyon politikası, göçmen grubun kayıtsız şartsız uyumuna, diğer bir tabirle asimilasyona odaklanmaya başlamıştır. Göçmenlere yönelik değişen bu politikalara paralel olarak Paul Scheffer’ın 2000 yılında yazmış olduğu, göçmenlerin Hollanda kültürüne ve toplumuna bağlı olmadıkları ve bağlı olmak da istemediklerini iddia ettiği “çokkültürcülük trajedisi” isimli makalesi ve Pim Fortuyn’ın popülist politik söylemleri süregiden değişimi tetiklemiştir.

Kimlik ve Kültüre Korumacı Bir Portre

Özellikle Batı Avrupa ülkelerinin II. Dünya Savaşı sonrasında yeniden inşası ve hızlı ekonomik büyümeleri iş gücüne duyulan ihtiyacı ortaya çıkarmış, böylelikle yapılan işgücü anlaşmaları doğrultusunda Avrupa’ya işçi göçü başlamıştır. Bu bağlamda 60’larda başlayan işçi göçü Avrupa’da entegrasyon uygulamalarının başlangıcı açısından dönüm noktası niteliğindedir. Bu dönemde Almanya, işçi göçmenleri “misafir işçiler” olarak nitelendirerek, geçiciliklerini öngörse de zamanla göçmenlerin kalıcı statüde olduğunu fark ederek entegrasyonist bir politikaya yönlenmiştir. Diğer taraftan Hollanda ise önce çokkültürlülük, daha sonra entegrasyon, sonrasında ise asimilasyon yöntemini uygulamaya koymuştur. Zira 2000’lerde Hollanda’da uygulanan göçmen politikaları, göçmenlerin hem topluma sistemsel olarak entegrasyonu hem de sosyal entegrasyonu içeren, Hollanda kimliği ve kültürüne dair korumacı bir portre çizen, bu kimlik ve kültürün üstünlüğünü vurgulayan bir anlayışa sahip olması sebebiyle asimilasyoncu bir politika karakteri taşımaktadır. Tüm bu ülkeler göçmenlere yönelik uygulamalarında bir noktada entegrasyon politikaları uygulamaya koymuş, fakat bu politikaların zamanları ve uygulanış biçimleri farklılık göstermiştir.

Ülkelerin göçe ve göçmenlere yönelik politikalarının sürekli değişmesi ve yapılan politikalarda üstten bakan bir tutumun hâkim olması bu politikaların yapım süreçlerini, politikaların içeriklerini ve amaçlarını sorgulatmaktadır. Ev sahibi ülkelerin göçmenlerin istek, düşünce ve ihtiyaçlarını göz ardı etmesi; göçmenleri kimi zaman toplumdan ayrıştırılması gereken unsurlar olarak; kimi zaman bir geleneği, kültürü, tarihi olan özneler yerine tüm bunlardan yoksun, hâlihazırdaki sisteme ve topluma entegre olması gereken nesneler olarak; kimi zaman ise farklılıklarını suda çözünen şeker misali eriterek homojen bir toplumu oluşturmak zorunda kalan unsurlar olarak görmeleri entegrasyon fikrini yeniden düşünmemizi gerektirmektedir. Zira entegre edilmeye çalışılan kişiler, kendi kimliği, benliği, fikirleri ve yaşanmışlıkları olan özneler. Bu kişiler yalnızca farklı bir dil, din, etnisite değil ayrıca deneyim ve yaşanmışlıklarıyla birlikte geldikleri ülkelere sosyal ve kültürel birikimlerini de getiriyorlar. Farklı hayat tecrübeleri sayesinde olaylara dair farklı bakış açıları sunan, başka bir coğrafyadan getirdikleri bilgi birikimleriyle dönüşüm ve ilerlemeye katkı sunabilecek “insan”lar bunlar. Bu açıdan değerlendirildiğinde, ev sahibi ülkelerin bu kişilere yalnızca o ülkenin ihtiyacını karşılayacak, istenildiğinde entegre edilecek, istenildiğinde ayrıştırılacak, öznelliği olmayan nesneler gibi davranarak onları metalaştırması kabul edilemez. Bu gerçeği bundan yarım asır önce Max Frisch’in dile getirdiğini hatırlayalım: “Biz iş gücü çağırdık, ama insanlar geldi.”

– BADE, Klaus J. (2001): Konzeptionsentwurf zur institutionellen Strukturierung des Migrationswesens unter besonderer Berücksichtigung der Organisation der Migrationsforschung in Deutschland, Gutachten für die unabhängige Kommission Zuwanderung, pp. 1-43.
– FAZ (2000): Eckpunkte zur Zuwanderung. <http://www.faz.net/aktuell/politik/cdu-eckpunkte-zur-zuwanderung-112441.html?printPagedArticle=true#pageIndex_2> (ET: 21.12.2017)
– Hollanda’ya Göçün 52. Yılı, <http://gocvakfi.org/hollandaya-gocun-52-yili/> Göç Araştırmaları Vakfı (GAV), (ET:21.12.2017)
– TIBI, B. (1998). Europa ohne Identität, Die Krise der multikulturellen Gesellschaft.
– YILDIRIM, Feyza. (2015): The integration discourse in Germany – a paradigm change within immigrant incorporation, Middle East Technical University Ankara &Humboldt Universität zu Berlin, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara&Berlin, 2015.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler