"Birleşik Krallık"

Birleşik Krallık’ta İslamofobinin 20 Yıllık Bilançosu

Birleşik Krallık’ta 1997 yılının kasım ayında ilk İslamofobi raporu yayınlandı. 20 yılın ardından ülkede İslamofobi hâlâ herkes için önemini koruyan bir sorun.

Birleşik Krallık’ta bu kasım ayı, Runnymede Vakfı’nın “İslamofobi: Hepimiz İçin Bir Meydan Okuma” isimli raporunun yayımlanmasının 20. yıldönümü olacak. Bundan 20 yıl önce Britanya Müslümanları ve İslamofobi Komisyonu’ndan çıkan bulguları ortaya koyan Runnymede raporuyla birlikte, kamuoyu ve siyasilerin dikkati ilk kez Britanya’daki Müslüman karşıtlığı ve ayrımcılığı üzerine çekilmişti. İslamofobi’yi “İslam’a duyulan korku ya da nefretin – ve dolayısıyla Müslümanlardan korkmanın ya da nefret etmenin en kestirme yolu” olarak nitelendiren raporda, “İslamofobik söylemin, bazen apaçık ama sıklıkla da üstü örtük şekilde kendini gösterdiği ve bu söylemlerin modern Britanya’da günlük yaşamın bir parçası olduğu” ifadesi yer alıyordu.

Raporun başlığı, İslamofobi’nin “hepimiz için bir meydan okuma” olduğunu söylese de aradan geçen yıllar sonunda gördük ki İslamofobi’nin en fazla zarar verdiği kesim Müslümanlar ve Müslümanları savunanlar. Bundan 20 yıl önce, Birleşik Krallık’ta hükûmete, basın ve diğer organlara tavsiye sunmak bir yana, yayımlanan bu rapora cevap verme kabiliyeti olan yalnızca birkaç Müslüman organizasyon bulunuyordu. Bu organizasyonlar arasında, Lordlar Kamarası’nda açılışı yapılan ve İslamofobi konusunda “Birleşik Krallık’ta Müslüman Karşıtı Ayrımcılık ve Düşmanlık” başlıklı bir rapor yayımlayan İslami İnsan Hakları Komisyonu (IHRC) vardı. Bir diğer organizasyon ise, hayatına İngiliz medyasındaki İslamofobiyi izleme örgütü olarak başlayan “İngiltere Müslüman Kamuoyu İşleri” (MPACUK) isimli kuruluştu. Bu iki kurum da maalesef kalıcı bir başarı elde edememiştir. Bir diğer organizasyon, 2001 yılında kurulmuş olan ve hususiyetle İslamofobi meselesini ele alan ilk organizasyon niteliği taşıyan İslamofobi ve Irkçılıkla Mücadele Forumu (FAIR) idi. Bu kurum ilk başlarda 2006’daki Irk ve Dinî Şiddet Yasasına yönelik faaliyetlere imza atarak başarı elde etmiş, ancak Müslüman toplumun ötesine geçemediğinden 10 yıl içerisinde dağılmıştır.

İslamofobi, Bir Pazarlık Kozu

20 yıl öncesinden bugüne Britanya’daki Müslümanların karşılaştığı en büyük zorluk, raporun yayımlanmasından bu yana İslamofobi’nin tematize edildiği sosyo-politik atmosfer oldu. Bunlardan en belirgin olanı aşırıcı terörizmin gölgesiydi. 11 Eylül ile başlayarak 2005 yılındaki Londra metro saldırılarından sonra bu gölge Britanyalı Müslümanlar için daha da büyüdü. Müslümanlar ve İslam yoğun bir şekilde kamusal ve siyasi mercek altına alındı; ancak iş bununla da kalmadı. İngiliz hükûmetinin Müslümanlar ve İslam ile kaygılarının muhteviyatı değişti. Hükûmetin Müslümanlarla ilgili ana kaygısı güvenlik meseleleri, terör ve aşırıcılıkla mücadele hâline geldi. Yapılan sayısız araştırmaya göre bu durum, halk içindeki hâlihazırda var olan kaygıları perçinlemekle kalmadı; aynı zamanda pek çok olumsuz İslamofobik klişeyi de perçinledi. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Birleşik Krallık hükûmeti için İslamofobi ile mücadele hiçbir zaman öncelik taşımadı. Britanyalı siyasiler İslamofobi hakkında konuştuklarında konu her şekilde terörle mücadeleye ve aşırıcılıkla mücadeleye geliyordu. Hükûmet için bu mevzu, Müslümanları kendi politikalarına ikna etmek ve desteğe zorlamak için âdeta bir pazarlık kozuydu.

Diğer önemli bir sosyo-politik faktör ise İngiliz hükûmetlerinin Müslüman cemaatlerle müzakere etme çabalarının ne kadar sürekli olduğudur. Bir yandan Britanya Müslüman Konseyi (MCB), 90’lı yılların sonlarına doğru, Müslümanlar ile hükûmet arasındaki ilişkiler bağlamında (ki bu ilişkilerde İslamofobi konusuna yer verilmezdi) Yeni İşçi Partisi tarafından imtiyazla donatılırken, bu ilişki 7 Temmuz 2005 saldırılarının ardından yara almaya başladı. Siyasi bağlar nihayet koptuğunda ise piyasanın güdümündeki ortam yüzünden farklı Müslüman organizasyonlar, yeni hükûmet organı tarafından muhatap alınabilmek için birbirleriyle rekabet etmeye başladılar. Sonuç olarak, İngiltere Müslümanlar Forumu, Sufi Müslüman Konseyi ve diğerleri gibi bir dizi yeni Müslüman örgüt ortaya çıkmaya başladı. Bu aynı zamanda Quilliam Vakfı gibi “eski aşırılık yanlısı” grupların da ilk defa kurulmaya başlandığı zamandı. Bu örgütlerden çok azının İslamofobi’yle mücadele gibi belirgin bir faaliyeti vardı; zira bilindiği üzere hükûmet tarafından muhatap alınabilmek için kimi siyasi ve ideolojik politikaları tartışmasız bir şekilde kabul etmeye ve desteklemeye hazır olmanız gerekmektedir.

İslamofobi’yi Dile Getirebilme Yeteneği

Müslüman-hükûmet ilişkilerini şekillendirmek ve belirlemek yerine, Müslüman organizasyonların karşısında yalnızca iki seçenek bulunuyordu: Hükûmetle iş birliği yapıp uzlaşmacı olmak ya da dışlanıp sessiz kalmak. İslamofobi’yle mücadele için bir iletişim yolunun açılmasını bekleyenler için bu durum pek de hayırlı olmadı.

Terörle mücadele ve aşırıcılıkla mücadele gibi toplum üzerine çöreklenmiş gölgeler ile resmî Müslüman-hükûmet ilişkilerinin ve yönetiminin aldığı şekille birlikte, Müslüman cemaatler ve bu cemaatlerin kurduğu organizasyonlar çok ciddi darbe aldı. Öyle ki İslamofobi’yle mücadeleyi bırakın, müzakere sürecine bile başlayamadılar. İşçi Partisi hükûmetleri Müslümanlar için önemli olan konular söz konusu olduğunda kısıtlayıcı siyasi mekanizmalar benimsediler ve bu kurumların destek fonlarını kısıtladılar. Dolayısıyla, Müslüman organizasyonlara verilen fonlar yalnızca ve yalnızca terörle ve aşırıcılıkla mücadele için verilir oldu. İslamofobi sorununu anlamlı ve uygun bir şekilde ele almaya çalışanları desteklemek için herhangi bir şey yapılmaz oldu. Sonuç olarak da, Müslüman cemaatler İslamofobiyi dillendirme yükümlülüğünü tek başlarına sırtlanmak ve hatta bunu yapabilmek için de kendi kaynaklarını kullanmak zorunda kaldılar. Bu durum, zamanında azınlıkların karşılaştıkları ayrımcılık konusunda onlara destek veren İngiliz hükûmetlerinin geleneğinden ne kadar uzaklaşıldığını gösteriyor.

Birleşik Krallık’ta İslamofobinin Meşru Görülmesi

2010 genel seçimlerinden sonra değişim kendini hissettirmeye başladı: Barones Sayeeda Warsi, yeni koalisyon hükûmeti adına konuşarak, yüz kızartıcı bir “akşam yemeği konuşması” yaptı. Konuşmasında “İslamofobi şimdi bir eşiği geçmiş durumda… Birçok insan için İslamofobi meşru görülen ve hatta tavsiye edilebilecek bir şeydir.” diyen Warsi’nin bu yorumu dönüm noktası oldu. Müslüman cemaatlerindeki pek çok kişiye göre Warsi’nin sözleri, koalisyon hükûmetinin maksadını ortaya koyuyordu. Warsi’nin yorumları katalizör etkisi oluşturdu. Konuşmayı takip eden günlerde İslamofobi üzerinde çalışmalar yapmak üzere Tüm Partiler Parlamenter Grubu’nun (İng. “All Party Parliamentary Group”) ile Müslümanlara karşı şiddet alanında çalışmalar yapmak üzere Hükûmet İçi Çalışma Grubu’nun oluşturulmasında bunu görebiliriz. Koalisyon bir yandan Yeni İşçi Partisi tarafından oluşturulmuş olan kimi Müslüman grupları hızla dağıtırken, diğer yandan kendi siyasi ve ideolojik dünya görüşlerine boyun eğen Müslümanlarla iş birliğine soyunuyordu. Bu grupların hükûmeti değişime zorlamak gibi kaygıları olmadığından, sonuç daha önce olanlardan çok farklıydı. Siyasi kaygılar yine İslamofobi konusunu önemsiz kılmıştı.

Geriye baktığımızda görüyoruz ki, 20 yılı aşkın bir süredir Britanya’daki Müslüman cemaatler, İslamofobi’yi ele almak için Runnymede Vakfı’nın yayımladığı rapor bulgularını daha ileriye götürmek için uygun ve anlamlı yollar bulmak için uğraşırken aşılmaz bir görevle karşı karşıya kalmışlardır. Bazı sosyo-politik faktörler ile politik mekanizmaların ortaklaşa oluşturdukları gölge, “iyi” Müslümanları “kötü” Müslümanlardan ayıran sınırlar oluşturmakla kalmamış, aradaki sınırları daha da daraltmıştır. Bu da İslamofobi’nin adının dahi geçmediği, öncelik atfedilmediği bir ortamın oluşmasına zemin hazırlamıştır. Benim araştırmalarımda da görüldüğü gibi Birleşik Krallık’ta İslamofobi, son 20 yılda yok olmadı. Yakın gelecekte de gidecek gibi görünmüyor. Daha da ötesi, polis ve diğer devlet aktörlerince açıklanan resmî veriler, İngiltere’deki Müslümanlar tarafından yaşanan nefret ve ayrımcılığın aslında daha da kötüye gittiğini gösteriyor. İşin gerçeği, hepimizin ve özellikle de Müslümanların karşılaştığı zorluk, 1997 yılındakinden daha da büyük olabilir. İslamofobi günümüz İngiliz toplumu için oldukça reel ve yaygın bir sorun olarak kalmaya devam ediyor.

Fotoğraf:©©Shutterstock.com/Melanie Lemahieu

Chris Allen

Leichester Üniversitesi Kriminoloji Bölümü Nefret Araştırmaları Merkezi’nde öğretim üyesi olan Dr. Chris Allen İslamofobi ve İslamofobik nefret suçları konularında çalışmalar yürütmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler