"Birleşik Krallık"

Birleşik Krallık: Konuşulması Gereken “Zorlu” Konular

Birleşik Krallık’ta haziran ayında Londra Köprüsü’nde, ardından da Finsbury Park Camii’nde meydana gelen terör saldırıları hükûmeti “konuşulması gereken zorlu konularla” yüz yüze getirdi.

Haziran ayının başlarında gerçekleşen Londra Köprüsü terör saldırılarından kısa bir süre sonra Başbakan Theresa May, “Bıçak kemiğe dayandı” dedi. İngiliz bir beyaz adam, Londra’nın kuzeyindeki Finsbury Park Camisi’ndeki teravihten çıkan Müslüman kalabalığın üzerine minibüs sürdüğünde de Theresa May aynı söylemi tekrarladı; ancak bu sefer İslamofobi ile mücadelenin altını çizdi. Başbakan ayrıca, üç aydan daha kısa bir sürede gerçekleşen, 36 kişinin hayatını kaybetmesine ve 200’den fazla kişinin yaralanmasına neden olan ve şimdiye dek eşi görülmemiş dört terör saldırısına tepki olarak, “İtiraf etmek gerekirse, ülkemizde aşırıcılığa karşı haddinden fazla müsamaha var.” dedi. Aşırıcılığa müsamahalı olanlara karşı çok daha “sert” tavır alınması gerektiğini de ekleyen May, “bazı zor ve can sıkıcı konuşmalar yapma”nın vaktinin geldiğini söyledi.

Özellikle Müslümanlara atıfta bulunmadığı hâlde, May’in söylemlerinin Britanya’daki Müslüman cemaatleri hedef aldığını düşünen pek çok kişi var. Başbakan’ın konuşmasının hemen bir gün sonrasında, Birleşik Krallık’ın tek Müslüman bakanı ve “cemaatlerden” sorumlu olan Sajid Javid de benzeri yorumlarda bulundu. Javid, “özel bir yükümlülüğe sahip olmaları” nedeniyle, Müslümanların aşırıcılıkla mücadele konusunda “daha fazla efor sarf etmesi” ve bu Müslüman cemaatlerin artık “zorlu konuları konuşmaları” gerektiğini söyledi. Benzeri düşünceler İngiliz siyasi alanında on yıldan uzun bir süredir devam etmekle birlikte Javid, daha da ileri giderek, aşırıcılığın ve aşırıcılığa müsamahanın Birleşik Krallık’taki Müslüman cemaatte yalnızca “zehirli bir azınlığı” beslemediğini, bu oranın Birleşik Krallık nüfusunda daha büyük rakamlara tekabül ettiğini ileri sürdü.

Bu tür öneri ve telkinler yalnızca siyasi alanlarla sınırlı değil. Londra Köprüsü saldırılarının ardından, kıdemli Müslüman polis şefi Mak Chishty, saygın gazeteci Sunny Hundal ve program sunucusu Piers Morgan da benzeri ifadeleri dile getirdi. Ancak aralarındaki en sivri yorumları, radyo sunucusu ve köşe yazarı Katie Hopkins yapmıştı. Geçmişte göçmenler, azınlıklar ve Müslümanlar hakkında kabul edilemez derecede çirkin sözler sarf ettiği bilinen Hopkins, Manchester saldırısından kısa bir süre sonra, yayınladığı Twitter mesajıyla Müslüman sorununun “nihai çözümü” için zamanın geldiğini söyledi. Bunun üzerine LBC Radyosu’ndaki işini kaybetmesine rağmen Hopkins, Londra Köprüsü saldırılarından sonra Amerikan Fox News’de tutuklama kamplarının artık İngiltere için de gerekli olduğunu söyledi.

Müslümanlara karşı yapılan eleştirilere ve rutin olarak daha fazla şey yapmaları çağrılarına rağmen, İngiltere’deki Müslümanlar, yakın tarihlerde yaşanan terör saldırılarını açık ve samimi bir şekilde kınadı. Örneğin ülkenin en büyük taban örgütü olan Britanya Müslüman Konseyi saldırıların faillerini “korkaklar” olarak tanımladı, ayrıca sağduyulu Müslümanların, bu teröristlerin eylemlerinden dolayı “öfkeli ve bıkkın” olduklarını sözlerine ekledi. Aynı zamanda Müslüman olan Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan da, bizzat hissettiği dehşeti dile getirmekle kalmayıp, kendisiyle aynı dine inandıklarını iddia eden bu kişilerce gerçekleştirilen korkunç şiddet eylemlerini çok açık bir şekilde kınadı.

Müslümanlara yönelik “daha fazla çaba” çağrıları tekrarlanırken, İngiltereli 130 imam şaşırtan bir kararla Londra Köprüsü saldırganlarının cenaze namazlarını kılmayı reddetti. Saldırı kurbanlarının yaşamlarını yitirdikleri ve yaralandıkları saldırı alanına çiçek bıraktıktan sonra söz konusu imamların sözcüsü şunları söyledi:

“Saldırganların cenaze namazlarını kıldırmayacağız. Meslektaşlarımıza ve dinî otoritelere de bunu yapmamaları için sesleniyoruz. Zira, herhangi bir şekilde savunulacak yanı olmayan bu tür terör eylemlerinin İslam’ın ulvi öğretileriyle hiçbir alakası yok.”

Aynı zamanda, teröristlerin bu saldırıları gerçekleştirmesinden çok önce, bazı İngiliz Müslümanların, aşırıcı ve fanatik görüşlerinden kaygı duyarak, Manchester ve Londra saldırıları faillerinden bazılarını yetkililere bildirdikleri ortaya çıktı. Gerek kamuoyu endişelerinin ve siyasi hassasiyetlerin aşırı derecede yüksek olduğu terör saldırılarının hemen ardından, gerekse de normal günlük yaşamlarını sürdürürken, İngiltere’deki Müslümanlar, “daha fazla çaba” göstermeye ve “konuşulması zor konuları konuşmaya” çoktan hazırlar.

Hatta “zor konuları”, örneğin Birleşik Krallık’ın aşırıcılıkla mücadele stratejisinin bu denli başarısız olma nedenlerini konuşma hususunda Theresa May ve hükûmetin daha isteksiz olduğu söylenebilir. Aslına bakılırsa, “bıçak kemiğe dayandı” konuşmasından beri Theresa May, odağı Müslümanlara kaydırarak, dikkatleri kendisine ait aşırıcılıkla mücadele stratejisinden uzaklaştırmaya çalışıyor; aynı zamanda bunu başarmak için internet hizmet sağlayıcılarını, sosyal medya platformlarını, mobil şifreleme hizmetlerini ve insan hakları hukukunu göreve çağırıyordu. Bu amaçla Birleşik Krallık’ta yalnızca 2001 yılında terörle ilgili 100’den fazla yasa uygulanmasına rağmen, daha fazla yasa çıkarılması ihtiyacı tartışıldı. Sorunun çözümünün daha fazla yasa çıkarılmasında olmayacağı ise oldukça açık.

Bunun yerine Birleşik Krallık’ın aşırıcılıkla mücadele stratejisinin tamamıyla yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. 2005 yılında başlatılan ve “Prevent” olarak bilinen strateji, aşırı casusluk faaliyetleri, etnik fişleme gibi sivil özgürlüklerin kısıtlanmasıyla ilgili endişeler nedeniyle kamusal, siyasi ve akademik figürlerce ısrarla eleştirildi. Daha fazla yasanın çözüm olduğu görüşünde olduğu gibi, hükûmet yetkilileri, yeniden düşünülmesi ya da değiştirilmesi yerine, hedef kitlenin kimler olduğuna bağlı olarak “Prevent” tedbirlerine ince ayarlar yapılarak daha da güçlendirilmesi gerektiğini savundu. Bir yanda stratejinin isminin “Prevent” yerine “Engage” olarak değiştirilmesinden öte daha önemli düzenlemelere ihtiyaç olduğunu düşünenlerin yanı sıra, diğer yanda stratejinin daha da sertleştirilmesi ve güçlendirilmesi gerektiğini savunanlar var. Bunların arasında iki yıl önce David Cameron hükûmetinde İçişleri Bakanı olarak görev yapmış olan Theresa May de var. May, aşırıcıların sızdığı iddia edilen kamu kurumlarına tam bir inceleme yapılması, ülkedeki şeriat hukuku uygulamalarına karşı resmî bir soruşturması başlatılması, aşırıcılığa destek verdiği düşünülen cami ve diğer kurumlara kapatma emrinin verilmesi ve aşırıcı olduğuna inanılan kişiler ve taraftarları üzerinde elektronik etiketler kullanılmasının yasalaştırılması gerektiğini önermişti. Buna ek olarak, May siyaset ve yasamayı, şiddet yanlısı olmayan aşırıcıları da kapsayacak şekilde genişletmek istiyordu. May’e göre, “yönetilemeyen, kontrol edilemeyen herhangi bir alanın kalmaması” gerekiyordu.

On yıldan fazla bir süredir eksik olan şey aslında, kamuoyunda ve siyasi alanlarda serbestleşen, herhangi bir denetime tabi tutulmayan yaygın İslamofobik eğilimlerin siyasi olarak tanınmasıdır. Finsbury terör saldırısının failinin herhangi bir aşırı sağ grupla sıkı bağlantısının olup olmadığı bilinmezken, İngiliz Savunma Birliği ve “Önce İngiltere” gibi grupların İslam’a ve Müslümanlara yönelik mesajlarında giderek daha çatışmacı ve agresif hâle gelmelerine olanak verildi. Katie Hopkins ve benzeri kişilerce yapılan yorumlar da bunun cabası. Theresa May ve hükûmeti, aşırılık konusunda hiçbir alanın denetimsiz kalmayacağını söylerken, aynı hassasiyet yaygınlaşan İslamofobi’ye gösterilmiyor, şimdiye kadar gösterilmedi de. Aksine “İslam karşıtı aşırıcılar” olarak nitelendirilebilecek kişilere sert eleştiri yapma özgürlüğü verildi.

Yeni yasalar ve her zamankinden daha katı politikalar yerine, şimdi gerekli olan şey İngiltereli Müslümanları düşman olarak değil, partner olarak gören bir stratejidir. Öyle bir strateji olmalı ki, hâlihazırda var olan çalışmaları ilerletmeli; Müslüman cemaatlere karşı değil, onlarla birlikte çalışılmasına olanak tanımalı. Benzer şekilde, bu strateji sadece kamuoyundaki İslam karşıtlığını cezalandırmakla kalmayıp, aynı zamanda Müslümanlar ve İslam hakkındaki toplumsal ve siyasal tartışmaların tonunu değiştirmeli. İngiltereli Müslümanların duyduğu şaşkınlık ve dehşet, terör faillerinin cenaze namazlarını kılmayı reddetmeleri bu gerekliliği açıkça gösteriyor.

May ve hükûmetinin bunu görüp görmediği tartışılır. Yine de Birleşik Krallık, aşırıcılıkla mücadele stratejisini daha etkin ve en nihayetinde ülkeyi daha güvenli hâle getirmek istiyorsa, siyasi erk sahibi kimselerin sorumluluğu sürekli birilerine tevdi etmekten vazgeçmeleri ve herkes gibi kendilerinin de birlik içinde çalışarak yalnızca aşırıcılığa değil, aynı zamanda İslamofobiye karşı da bir çözüm bulmakla yükümlü olduklarını kabul etmeleri gerekiyor. Bu süreci başlatmak için de kendilerinin uzun zamandır kaçınmakta oldukları “zorlu konuları” konuşmaya başlamaları şart.

©Shutterstock.com/Alexandre Rotenberg

Chris Allen

Leichester Üniversitesi Kriminoloji Bölümü Nefret Araştırmaları Merkezi’nde öğretim üyesi olan Dr. Chris Allen İslamofobi ve İslamofobik nefret suçları konularında çalışmalar yürütmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler