"Müslüman kadın"

“Müslüman Kadınların Katkılarını Kabul ve Takdir Etmeliyiz.”

Modern Britanya'da günlük yaşam tecrübeleri üzerine uzmanlaşan Dr. Sariya Cheruvallil-Contractor ile Müslüman kadınlara yönelik Batı'daki algıyı konuştuk.

1 Haziran 2017

“İngiltere’deki Müslüman Kadınlar” adlı kitabınızda (2012) amacınızı, Batı medyasında yanlış temsil edilen “Müslüman kadınlara ses vermek” olarak tanımlıyorsunuz. Kitabınızın bu amaca nasıl bir katkısı oldu?
Kitap Müslüman kadınlarla yapılan mülakatlardan ve grup tartışmalarından oluşan araştırmalara dayanıyor. Bu araştırmanın bir parçasında Müslüman kadın hikâyeleri gayrimüslim dinleyicilere sunuldu. Bu dinleyicilerin yüzde 82’si Müslüman kadınlara dair algılarının daha olumlu hâle geldiğini söylediler.

Kitap son birkaç yılda Müslüman kadınların, İslam ve cinsiyet meselelerinin alternatif bir anlatımını da sunmuş oldu. “Ezilen, bastırılmış Müslüman kadın” stereotipi hâlâ yaygın, ancak ben Müslüman kadınları, İngiltere şartlarına göre çeşitli, genellikle başarılı ve eşit vatandaşlar olarak tanımlıyorum. Bu yaygın olmayan yaklaşım bir fark yarattı.

Akademik konferanslara her gidişimde, kitaptan etkilenerek akademik alana eğilen ve doktora eğitimlerini sürdürmekte olan Müslüman kadınlarla tanışıyorum. Kitabın en büyük etkisi de sanırım kadınları bilgi üretmeye ve kendi hikâyelerini anlatmaya teşvik etmesi.

Kitabınızda “Müslüman kadını gizemli hâlden çıkartmak”tan bahsediyorsunuz. Bununla kastettiğiniz tam olarak nedir?
Müslüman kadınlara dair anlatılar yüzyıllar boyunca ya gayrimüslimler ya da erkekler (ya da gayrimüslim erkekler) tarafından yapıldı. Müslüman kadınlara dair anlatılanların, onların gerçek hayat deneyimlerini yansıtmaması ciddi bir sorun. Müslüman kadınların yaşamları klişelerle tasvir ediliyor; ezilmiş ve bastırılmış ya da egzotik olarak görülüyorlar. Bu klişe kalıplar gerçekle herhangi bir ilgisi olmayan ön yargıların çoğalmasına yol açıyor. Araştırmam aslında bu klişeleşmiş kalıplara ve bunların neden olduğu söylemlere meydan okuyor; Müslüman kadınlara kendilerini, hayat hikâyelerini anlatma fırsatı sunarak bir nevi onları “insanlaştırıyor”.

Müslüman kadınlar aynı zamanda birer anne, kız ve büyükanneler. Aynı şekilde birer öğrenci, başarılı iş ve ev kadınları. İçlerinde modaya, yiyeceklere ya da diğer konulara ilgi duyanları da var duymayanları da. Bir yandan inançlılar, diğer yandan ise birer yurttaşlar. En önemlisi de, Müslüman kadınların hepsi birbirinden farklı. Birey olarak benzersizler, ama öte yandan toplumdaki herkes gibiler. Kitabım Müslüman kadınların çeşitliliğini ortaya çıkarıyor ve bunu yaparken Müslüman kadınların karmaşık hayatlarını anlatıyor. “Müslüman kadınları mistik bir hâlden çıkartmak” derken kastettiğim şey bu.

Müslüman kadınlar, cinsiyetlerinden ziyade etnik köken ve kıyafetlerinden dolayı günlük yaşamda diğer kadınlara kıyasla daha fazla ayrımcılığa maruz kalıyorlar mı?
Müslüman kadınlar bir yandan tüm kadınların karşılaştıkları eşitsizliklere maruz kalıyorlar. Örneğin İngiltere’de ve Batı dünyasının dört bir yanında liderlik pozisyonlarında erkeklerden çok daha az kadın olduğunu biliyoruz. Müslüman kadınlar, tüm kadınların yaşadığı bu ayrımcılıkla yüz yüzeler.

Bununla birlikte, Müslüman kadınlar diğer ayrımcılık biçimleri ile de karşı karşıyalar. Sizin de işaret ettiğiniz gibi etnik kökenleri ve kıyafetleri onları toplumda görünür kılıyor ve bu nedenle ırk ve din temelli ayrımcılığa açık hâle geliyorlar. Örneğin İslamofobik saldırıların orantısız bir şekilde Müslüman kadınları hedef aldığını biliyoruz.

Benzer şekilde Avrupa çapında, başörtüsü, nikap, peçe ve hatta burkini gibi kıyafetlerin kabul edilebilirliğini azaltmaya çalışan çeşitli hukuki kararlar alındı. Yasal hükümler, doğrudan “yasak” olarak adlandırılamayacak ufak farklara sahip olsalar da özellikle aşırı sağ gruplar tarafından bu hukuki kararların basit bir gözle okunması Müslüman kadınları ayrımcılığa karşı daha savunmasız hâle getirebiliyor.

Bununla birlikte eğer ayrımcılıktan bahsediyorsak Müslüman toplumlardaki kadınlara yönelik ayrımcılık hakkında da konuşmamız gerekiyor. Bazı Müslüman toplumlarda Müslüman kadınlar, Kur’an’da ve Sünnette kendilerine verilen haklardan mahrum bırakılıyor. Bu, Müslüman cemaatlerin üzerine düşünmesi gereken bir mesele.

Müslüman mültecilerin gelişini takiben İngiltere’de, daha genel olarak Avrupa’da, “Müslüman kadın” algısında değişiklikler oldu mu sizce?
Bu oldukça ilginç bir soru. Kanımca mültecilerin dramı insanların empati kurmalarına neden oldu. Onların hikâyelerini dinleyen insanlar bu mültecilerin de “insan” olduğunu görebilirler. Maddi, manevi ağır kayıp yaşayan, zor ve hatta cesur bir karar alarak aileleri için daha iyi bir yaşam arayışına çıkan, bu nedenle evlerini geride bırakarak bir bilinmeze doğru yol alan erkekler, kadınlar ve çocuklar… Toplumsal kökenimiz ne olursa olsun, hepimiz bir aileye sahip olmanın ve onları güvende tutmanın ne anlama geldiğini biliyoruz. Dolayısıyla Müslüman mültecilerin öyküsü, insanlığın gücü ve aynı zamanda zayıflığıyla yakından ilgili.

Müslümanların genelde şiddet eğilimli teröristler olarak gösterildiği günümüz koşullarında, mültecilerin hikâyesi Müslümanların da terörizmin yıkıcı etkisinden fazlasıyla zarar gördüklerini ortaya koyuyor. Bu üzücü durum, aynı zamanda Müslüman ve gayrimüslim, Batılı ve Doğulu, erkek ve kadın olarak hepimizin ortak dayanışma gösterebileceğimiz bir alan.

Müslüman kadınların “farklı, egzotik öteki” ya da “ezilen ve bastırılan mağdur” şeklindeki algılanışına alternatif nedir?
Biraz önce söylediğim gibi Müslüman kadınların diğer kadınlardan farkı yok; her biri eşsiz bireyler. Müslümanlar çok çeşitli etnik, sosyal ve kültürel geçmişlere sahip.

Paylaştıkları temel ortak nokta, İslam’a duydukları yakınlıkları. Ancak bu tek ortak payda bile muhtelif yapıda. Örneğin bazı kadınlar örtünmeyi dinî bir yükümlülük olarak görürken, kimi kadınlar için ise İslam yalnızca kültürel bir kimlik anlamına gelebiliyor. Müslüman kadınların tamamı başörtüsü takmıyor. Birçok Müslüman kadının aynı zamanda farklı kimliksel aidiyetleri var. Müslüman olmanın yanında, onlar aynı zamanda ait oldukları ulus devletin vatandaşları, ayrıca kendilerinin veya ebeveynlerinin doğup büyüdüğü köken ülkelerle de bağları var. Bu çeşitlilik, Müslüman kadınlara dair mevcut temsile bir alternatif.

Müslüman kadınlar da yaşadıkları toplumlara katkıda bulunuyorlar. Kriminolog, temizlikçi, öğretmen, medya araştırmacısı, bilgi işlem mühendisi, fizikçi, doktor, terzi, hayır çalışanı gibi çeşitli mesleklerde başarılı kariyere sahip birçok Müslüman kadınla tanıştım. Sürekli bir şeyler üreten Müslüman kadınlar toplumun her bir köşesinde; bir an evvel kafamızı kaldırıp bunu fark etmemiz gerekiyor. Onların topluma katkılarını kabul ve takdir etmeliyiz. Bazı kadınlar, kendilerini anneliğe adayıp, çocuklarını yetiştirmeyi, evlerine bakmayı tercih edebilirler. Bu durumda anneliğin değerini de asla küçümsememeli ve bu kadınların da topluma olan katkılarını göz ardı etmemeliyiz.

Müslüman kadınlar din ve geleneklerle kişisel olarak sıkı bağlar kurabilirler. Bu onların kişisel tercihleridir ve kendi yaşam tercihlerini yansıtır. Bu esnada tüm toplumun kabul etmesi gereken şey şudur: Din, birçok Müslüman kadının hayatının önemli bir parçasıdır. İnanç, bireylere dayatılan bir şey değil, çoğunlukla kişisel bir seçimdir.

Taliban kontrolündeki Afganistan örneğinde olduğu gibi dinin zorla dayatıldığı yerler var. Ancak burada, liberal Batı’da kim olduğumuzu seçme özgürlüğümüz var ve birçok kadının Müslüman olmayı seçmesini kabul etmek zorundayız. Onların inanma özgürlüğü, ifade ve düşünme özgürlüklerine, diğer aslî Avrupa değerleri kadar saygı duyulması gerekiyor.

Müslüman kadınların medyadaki temsil edilme şekli sizce nasıl değişir?
İnsanlar ve kültürler arasında daha fazla diyaloga ihtiyacımız var. Bu diyalog, hükûmetlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve diğer oluşumların çabalarıyla zaten gerçekleşiyor. Birçok inançlı ve inançsız insan, Müslüman ve gayrimüslim, okullarda, otobüslerde, trenlerde, pazarlarda, yani kamusal alanda birbirleriyle karşılaştıklarında, bu diyalog daha doğal bir şekilde vuku buluyor. Hayatlarımızda daha fazla diyaloga yer açmamız gerek. Yalnızca başkaları için değil; kendimiz için de yapmalıyız bunu. Ben kendimizi gerçek manada tanıyabilmek için diğerlerini de tanımamız gerektiğine inanıyorum. Diğer insanlarla paylaştığımız değerler ve ortak yanlarımız hakkında konuşmalıyız.

Farklılıklardan da söz etmeliyiz. Tüm bu diyalog içinde, Müslüman kadın da diyaloğa girebilmeli ve kendi hikâyesini anlatabilmelidir.

Müslüman kadınların temsil edilme şekillerini iyileştirme gayreti, hepimizin katılması gereken uzun bir süreç. Müslüman toplumların kadınlara uygulanan adaletsizliği doğru bir şekilde ele almaları gerek. Kadınları eğitim ve meslek erişiminden mahrum bırakan ya da kendi seçimlerini yapmalarına izin vermeyen Müslümanlar hâlâ mevcut. Bu tür haksızlıklar Müslüman kadınların medyada olumsuz temsilini güçlendirir. Dolayısıyla burada suçlu olan yalnızca medya değil. Müslüman cemaatler, Müslüman kadınların kendi potansiyellerine erişmelerinde, Kur’an ve Sünnette öngörülen haklara erişmelerinde önemli rollere sahip. İslam’da güçlü ve başarılı kadın geleneğine sahip olduğumuzu hatırlamamız gerek. İslam’a ilk giren kişi bir kadındı. Modern dünyada ilk üniversiteyi kuran yine Müslüman bir kadındı (Fes’teki Karaviyyin Üniversitesi).

Yine İngiltere’deki ilk caminin inşaatını finanse eden Müslüman bir kadındı; Woking’teki Şah Cihan Camii inşaatı Bopal Sultanı Begüm Şah tarafından yaptırılmıştı. Müslüman cemaatin, lider olma potansiyeli bulunan kadınları desteklemesi gerek. Bu, Müslüman kadınların rol model olarak tanınmasına olanak tanıyacaktır. Tek tip klişeler ancak bu şekilde ortadan kalkabilir.

Başörtülü kadınların, Müslüman karşıtı suçların ana hedefi hâline geldiğini söylediniz. İslamofobi ile nasıl mücadele edilebilir?
İslamofobi, uzun vadede yalnızca farklılıklarımızın daha iyi anlaşılması yoluyla çözülebilir. İngiltere’de ve Avrupa’da, din veya inançları nedeniyle bir şahsa veya gruba yönelik ayrımcılık yapmayı yasaklayan kanunlar var. Bu yasalar ayrımcılığın azalmasında etkili rol oynuyor. Bu yasaların uygulanabilmesi için ayrımcı muamelelere şahit olduğumuzda bunların bildirilmesi gerek.

Bununla birlikte kendi başlarına kanunlar yabancı düşmanlığına çözüm olamaz. Kanunların yanı sıra, hükûmet destekli eğitim programları, dindarlararası diyalog ve kültürlerarası anlayışın artırılmasına yönelik çalışmalar şart. Ancak bu ortak anlayışın oluşmasıyla farklı bağlamlarda yaşadığımızı ve çeşitliliğimizin meydana getirdiği zenginliği idrak edebiliriz. İnsanlar ve toplumların birbirlerini anlamak için bir araya gelmeleri, kültür ve inanç bazında farklılıklar olsa bile deneyim, ahlak ve değerlerde benzerliklerin olduğunu görmeleri önem arz etmektedir. Örneğin, hepimizin kolladığı aileleri var. Hepimizin hayalleri ve istekleri var. Hepimiz, Müslüman olsun olmasın, teröre öfkeliyiz, kurban ailelerinin kayıplarına üzülüyor ve onlarla birlikte acı çekiyoruz.

Bu dayanışma hissiyatı insanlar arasında doğal olarak gelişiyor. Farklı kültürlerden iki anne, annelik tecrübelerini paylaştığında, çocuklarına duydukları sevgide ortak bir yan olduğunu fark ederler. Bu tarz kültürel etkileşimler için daha fazla fırsat yaratmamız gerek.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler