"DİTİB"

Diyanet, DİTİB ve Ajanlık İddiaları

Almanya, Hollanda, Belçika ve Avusturya’da, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yurt dışına gönderilen imamlara dair ajanlık tartışması gündemi uzun süre meşgul etti. Bu tartışmanın uzun süreceği, bu esnada da uzun vadeli bazı değişiklikleri beraberinde getireceği tahmininde bulunmak yanlış olmaz. Meseleyi anlayabilmek için kısa bir özet şart.

Almanya’da DİTİB imamlarına yönelik ajanlık iddialarının çıkış noktası 8 Aralık 2016 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Mahmut Lıcalı’nın haberi oldu. Haberin başlığı “Diyanet MİT gibi” idi. Haberin içeriğinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın FETÖ/PDY yurt dışı yapılanması hakkında 38 farklı ülkede din görevlileri aracılığıyla istihbarat raporları topladığı yazıyordu. Aynı gün Welt gazetesinde Deniz Yücel imzalı “Almanya’daki Türk imamlar Erdoğan için ajanlık yapıyor” başlıklı haber yayımlandı. Haberde Münih, Köln ve Düsseldorf konsolosluklarından olası FETÖ mensuplarıyla ilgili Türkiye’ye rapor gittiği, bu raporların DİTİB imamları aracılığıyla toplandığı belirtiliyordu.

Hem Cumhuriyet’e, hem de Welt’e haber olan ve Diyanet’ten yurt dışına gönderilen mektup Diyanet Dış İlişkiler Müdürü Prof. Dr. Halife Keskin’in imzasını taşıyordu. Keskin, 9. Avrasya İslam Şurası öncesi T.C. Büyükelçilikleri, Başkonsolosluklarındaki din hizmetleri müşavirlikleri, ataşelikleri, koordinatörlükleri ve koordinatör din görevlileri yöneticiliklerine yolladığı mektupta Avrasya İslam Şurasında “FETÖ/PDY terör örgütünün eğitim gönüllüleri adı altında gönül coğrafyamızda, Orta Asya, Balkanlar, Afrika ve Uzak Doğu’da gerçekleştirdiği tahrifat ve tahribat ile bu ülkelerde dini ve dinî değerleri kullanarak kurdukları hegemonya”nın tespit edileceğini belirtmişti. Bunun için de mektubun muhataplarından “görev yaptıkları ülkede/bölgede bulunan FETÖ/PDY’nin her türlü yapılanması, faaliyetleri, eğitim kurumları, STK’ları, yardım kuruluşları, insan kaynağı, kültürel faaliyet yürüten dernekleri gibi hususları içeren ayrıntılı bir rapor”un gönderilmesini istemişti. Mektupta Batı Avrupa ülkeleri geçmemesine rağmen Almanya’daki 3 Başkonsolosluktan kendi bölgelerindeki FETÖ yapılanması ile ilgili kurum ve birey isimleriyle ilgili raporlar düzenlenmişti.

Alman medyasında “istihbarat raporları” ve “ajanlık” olarak nitelendirilen bu raporlardan bir ataşelik tarafından yazılan raporda, FETÖ/PDY yapılanmasının eğitim kurumları ve kültür çalışmaları, STK ve işadamları dernekleri, basın-yayın çalışmaları, projeler ve devlet desteği, diyalog çalışmaları hakkında özet bilgiler veriliyordu. İkinci raporda ise 5 DİTİB imamının kendi görev yaptıkları şehirlerdeki FETÖ yapılanmasının, kurumlarının isimleri, FETÖ’ye destek verdiğini düşündükleri iki şahsın ismi ve Almanya’da FETÖ ile ilgili çıkan Türkçe haberlerin linkleri yer alıyordu. Üçüncü raporda 10 DİTİB imamının ifadeleri geçiyordu. Bu imamlardan bazıları FETÖ’yle ilgili olduğunu düşündüğü birkaç isim vermiş, bazıları FETÖ adına para toplayan birkaç ismi yazmıştı. Bu raporlarda “fişlenen” 33 şahıs ve 11 kurum yer alıyordu.

Ataşelikler tarafından derlenen bu raporların Alman medyasına yansımasıyla birlikte Kuzey Ren-Vestfalya (KRV) Okul Bakanlığı, raporda devlet okullarında İslam Din Dersi öğretmenliği yapan 5 kişinin de ismi geçtiği için, kendi öğretmenlerini korumak adına girişimde bulunacağı açıklamasını yaptı. Bunun üzerine Eyalet Parlamentosunda başta muhalefet partileri olmak üzere “DİTİB’den KRV eyaletinin güvenilir bir partneri mi, yoksa Ankara’nın sözcüsü mü” (Serap Güler, CDU) olduğu sorusu sorulmaya başlandı ve ajanlık iddiaları açıklığa kavuşana kadar DİTİB’in eyalette din eğitimi derslerini düzenleyen Danışma Kurulu’ndaki (Beirat) üyeliğinin durdurulması talep edildi. Ocak ayının sonunda Eyalet Okul Bakanı Sylvia Löhrmann, DİTİB’in Danışma Kurulu’ndaki üyeliğini dondurmasını istedi. Bunun üzerine DİTİB 7 Şubat’ta İslam Din Dersi Danışma Kurulu’ndaki üyeliğini askıya aldığını açıkladı.

Tartışma son şiddetiyle devam edip mesele eyalet parlamentosunda muhalefet partileriyle hükûmet arasında bir seçim kavgasına dönüşmüşken, 15 Şubat’ta Federal Kriminal Daire, Kuzey Ren-Vestfalya ve Rheinland-Pfalz eyalet memurları DİTİB camilerinde görev yapan 4 imamın evine ajanlık soruşturması kapsamında baskın düzenledi. İmamlara yönelik baskınların medyaya yansıdığı gün DİTİB ani bir basın açıklaması yaptı. Bu açıklamada “soruşturmaların DİTİB teşkilatına, DİTİB çalışanlarına ya da DİTİB camilerine karşı yürütülmediği” belirtildi ve açıklamanın iki yerinde, soruşturmalarla ilgili “Federal Başsavcılığa yardımcı olunacağı” ifade edildi.

Eyaletlerin Ajanlık İddialarına Tepkileri: Kuzey Ren Vestfalya

Almanya’daki eyaletlerin söz konusu tartışmaya yönelik somut girişimleri de farklı oldu. Ajanlık iddialarından önce, Eylül 2016’da Kuzey Ren Vestfalya Eyalet İçişleri Bakanlığı, Türkiye’de Diyanet dergisinde yayımlanan, şehitlikle ilgili bir karikatürü gerekçe göstererek Wegweiser isimli önleyici tedbir çalışmasında DİTİB’le işbirliğini durdurmuştu. Aynı gerekçeyle eyalet hapishanelerinde Müslüman mahkûmlara yönelik manevi rehberlik hizmetleri gerçekleştiren DİTİB imamlarının artık “güvenlik önceliği”ne sahip olmadıkları ilan edilmişti. Hapishanelerde manevi rehberlik yapan DİTİB imamları artık önce Anayasayı Koruma Dairesi tarafından sistematik olarak kontrol edilecekler. Ajanlık iddialarından sonra ise, -biraz önce belirtildiği gibi- eyaletteki İslam Din Dersi Danışma Kurulu’nda DİTİB’in üyeliği donduruldu. Ayrıca eyalette DİTİB’in Türkiye devletine yakınlığını sorgulayan bir bilirkişi raporu hazırlanacak.

Aşağı Saksonya

Eyalette imza aşamasına gelen devlet anlaşması müzakereleri 2018’deki eyalet seçimlerine kadar askıya alındı. Eyalet Başbakanı Stephan Weil, gerekçe olarak konunun seçim kampanyalarında suiistimal edilmesinin önlenmesini gösterdi. Weil, müzakerelere başlamadan önce DİTİB’in “bağımsızlığı”nın kanıtlanması gerektiğini söyledi. Anlaşmaların askıya alınmasına ek olarak Başbakan Weil, DİTİB Yönetim Kurulu’na Türkiye’den bir imamın seçilmesini eleştirerek bir dinî cemaatin içişlerine doğrudan karışmış oldu; fakat bu müdahale kamuoyunda eleştiri toplamadı. Bunun yanında DİTİB Genel Sekreteri Bekir Alboğa’nın eyaletteki Osnabrück Üniversitesi’ndeki eğitim görevi uzatılmadı.

Hamburg ve Hessen

CDU ve FDP, Hamburg’ta Müslüman cemaatlerle 2013’te imzalanan Devlet Anlaşması’nın DİTİB’e yönelik iddialar nedeniyle iptal edilmesini talep etti.

Hessen’de İslam Din Dersi sunan DİTİB’in “kooperasyon partneri” olmaya uygunluğu ve İslam Din Dersi’nin hukuki açıdan sakıncalı olup olmadığı konusunda yeni bir bilirkişi raporu hazırlanacak. Eyalette daha önceden “anayasa hukuku” ve “din bilimi” açısından olmak üzere 2 bilirkişi raporu hazırlanmıştı. Yeni bilirkişi raporu önceden tamamlanan bu iki raporla bağlantılı olacak ve eyaletteki din dersinin “teorik bile olsa derslere ve öğretmenlere yönelik dış etkilere” maruz kalıp kalmadığı (daha önceki rapor yazarlarından farklı bir ekip tarafından) araştırılacak. Eyalet, 2013’ten beri İslam Din Dersi için DİTİB’le işbirliği yapıyor.

Tartışmanın Diğer Ülkelere Sıçraması: Avusturya

Almanya’da DİTİB’e yönelik tartışmalar diğer ülkelere de sıçradı. Avusturya’daki tartışmanın çıkış noktası yine Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan, Halife Keskin imzalı, 20 Eylül 2016 tarihli mektup ve FETÖ mensubu kurumlara dair bilgi talebiydi.

Bu kapsamda Avusturya’dan da Türkiye’ye belli raporların gittiği ortaya çıktı. Avusturya Yeşiller Partisi Güvenlik Sözcüsü Peter Pilz 10 Şubat 2017’de bir basın toplantısı yaparak elindeki “gizli” belgeleri açıkladı. Pilz aynı zamanda “Ey Türk Uyuma-Erdoğan’ın Avusturya’ya Müdahalesi” başlıklı bir rapor yayımladı. Bu belgelerde Viyana Din Hizmetleri Müşaviri, aynı zamanda da Avusturya Türk İslam Birliği’nin (ATİB) Genel Başkanı olan Fatih Mehmet Karadaş’ın, kendisine Diyanet’ten gelen dosyayı Viyana, Bregenz ve Salzburg konsolosluklarına ilettiği ve bu bölgelerden FETÖ mensuplarıyla ilgili rapor topladığı belirtiliyordu. Bu raporlar 5 Ekim’de Ankara’ya, Diyanet’e iletilmişti.
Pilz, ATİB’in Avusturya Dernek Kanunu’na ve İslam Yasası’na aykırı davrandığını iddia etti. İddiaların ardından Avusturya Dışişleri Bakanlığı, T.C. Başkonsolosluğu ile görüşüp Din Hizmetleri Ataşesi Karadaş’ın Avusturya’daki görevinin sona erdiğini açıkladı.

Bu tartışmada ilk defa “resmî bir evrağın” ATİB camilerinin “siyasi mobilizasyon” merkezi olduğunu kanıtladığı ileri sürüldü. Pilz’in açıklamaları üzerine Avusturya İçişleri, Uyum ve Adalet Bakanlıkları ve Anayasayı Koruma Dairesi ile Dernek Polisi harekete geçti. İçişleri Bakanlığı, evrakların incelenip Avusturya Ceza Hukuku’na göre suç arz eden bir durum olup olmadığının denetleneceğini söyledi. Avusturya’daki ilgili suç, “Avusturya aleyhine istihbarat aktivitesi” şeklinde tanımlanıyor.

Hollanda ve Belçika

Avrupa’daki Diyanet imamlarına yönelik ajanlık tartışması aslında ilk olarak Hollanda’da başlamıştı. Lahey Büyükelçiliği Din İşleri Müşaviri ve aynı zamanda Hollanda Diyanet Vakfı Başkanı olan Yusuf Acar’ın, FETÖ mensupları hakkında Ankara’ya rapor hazırladığı ortaya çıkmıştı. Acar daha önce de Hristiyan Demokrat Parti’yi (CDA), “Fethullahçıların kalesi” olarak nitelemiş ve iki ülke arasında bir krize neden olmuştu.

Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisini Dışişleri Bakanlığına çağırarak, Diyanet’e bağlı imamların Hollanda’daki Türk vatandaşları hakkında istihbarat toplamasının kabul edilemez olduğunu bildirdi. Yusuf Acar’ın sınır dışı edilmesi gündeme gelirken, Türkiye Hollanda’dan önce davranarak Acar’ı Türkiye’ye çağırdı.

Hollanda hükûmeti Hollanda Diyanet Vakfı’nın bir sonraki başkanının sadece din görevlisi vasfını taşıyacağını, bu kişiye diplomatik akreditasyon verilmeyeceğini açıkladı. Böylece Hollanda Diyanet Vakfı’nın Türkiye’yle resmî ilişkisi kesilmiş olacak. Hâlihazırda Hollanda Diyanet Vakfı’nın ve Türkiye’den gelen din görevlilerinin finansmanıyla ilgili bir rapor hazırlanıyor.

Belçika Diyanet Vakfı’na bağlı camiler ise hükûmet tarafından yakın takibe alındı. 65 caminin ödeneğinin inceleneceği açıklandı.

Tartışmadan Yapılan Çıkarımlar

Söz konusu “istihbarat raporları”nda isimleri “FETÖ” ile anılanlar endişeliyken, raporlarda imzası olan imamlar ise hukuki bir süreçle karşı karşıyalar. Bu gergin durumda birçok Batı Avrupa ülkesinde Türkiye kökenli Müslümanların Türkiye ile ilişkilerinin daha da sorunsallaştırılacağı kesin. Özellikle Türkiye’de yaklaşmakta olan referandum öncesinde Batı Avrupa’daki Türkiye kökenli cemaate Türkiye siyasetinin de ilgisi artacak. Bu durum Batı Avrupa-Türkiye gerginliğinin artması ve bu gerginliğin burada yaşayan Türkiye kökenli cemaate doğrudan yansıması demek.

Bu tartışmada DİTİB’in kendisini reforme etmesiyle ilgili talepler de artık hayli yüksek sesle dile getiriliyor. Oysa DİTİB’in kendisini “yapısal” olarak değiştirmesi gerektiğine dair talepler ajanlık iddialarından sonra bir an peyda olmuş değiller. Sadece bu talepler artık söz konusu iddiaların ardından daha kararlı bir şekilde yineleniyor. Örneğin Federal Adalet Bakanı Heiko Maas (SPD) Facebook sayfasında “Türk devletinin DİTİB üzerindeki etkisinin çok büyük olduğunu, derneğin inandırıcı bir şekilde Ankara’dan kopması gerektiğini” yazdı. Maas’ın reçetesi oldukça açıktı: “DİTİB, Diyanet’le yakın bir bağ öngören tüzüğünü değiştirmeli”ydi. Göç ve Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz da son aylarda DİTİB’in Türk hükûmetinden bağımsızlaşmasını isteyenler arasındaydı.

Mevcut yapısıyla DİTİB’in oldukça ikircikli bir konuma itildiği açık. DİTİB her ne kadar kendisini sivil olarak görse de, Türkiye’nin devlet dinamikleriyle bağı var. DİTİB her ne kadar sivil alanlara girse de, yönetim düzeyinde Türkiye’den diplomatik personelin bulunması bunu büyük ölçüde sarsıyor. Bu yönüyle DİTİB, bazı uzuvları istemsiz refleksler gösteren hasta bir vücuda sahip. Bu hastalık, DİTİB’in kuruluşu, organize oluşu, varlık sebebi doğrudan Türkiye ile ilgili olmasına rağmen, “Bizim Türkiye’yle hiçbir bağımız yok.” diyen DİTİB yöneticileri sayesinde daha da patolojik bir hâl almış durumda.

Devlet refleksi ile sivillik iddiasının melezleşmesine bir de Türkiye’de sivil topluma bakışın sorunlu oluşu ekleniyor. Türkiye’de devlet, sivil toplumu “sivil” olarak kabul edemiyor; onu mümkün mertebe devletin önceliklerine bağlayıp devletleştirmeye çalışıyor. Bu durumda sivil toplum kuruluşlarıyla devletin karşılaşması, genelde sivil toplum aleyhine oluyor. Bu yönüyle DİTİB’in “sivillik” iddiasının Türkiye’de karşılığı olmadığı açık.

Bu soruna bir de sivil-devlet melezliğindeki DİTİB’in Türkiye sınırlarında değil, farklı hukuki bağlamlara tabi başka bir ülkede faaliyet göstermesi eklendiğinde mesele içinden daha da çıkılmaz bir hâl alıyor. Türkiye’nin din-devlet ilişkisinde benimsediği model, Batı Avrupa’da sorunlarla karşılaşıyor. Türkiye’nin dış siyasi ilgileri, Batı Avrupa ülkelerininkilerle çelişiyor. Ulusaşırı bir kurum olarak DİTİB, işte tam da bu fay hattının üzerinde kök salmaya çalışıyor. Türkiye’nin durmadan değişen siyasi konjonktürüne dayanarak, Almanya’da kalıcılık iddiasında bulunmaya çalışıyor. Meseleyi daha iyi anlayabilmek adına bir örnek verelim: Türkiye’nin son 20 senede kayan eksenine bakalım. 90’lı yıllarda Türkiye’yi tehdit eden en büyük fenomen “irtica” iken, bugün ülkenin karşı karşıya kaldığı en büyük tehdit “FETÖ”. Türkiye’nin iç politika dinamikleri, düşmanlar, tehlike odakları, siyasi kaygılar sürekli devir daim hâlinde. Öbür yanda ise Almanya’da sabit, kendisini burada konumlandıran, mevcudiyeti Türkiye siyasetine bağlı olmayan Türkiye kökenli bir cemaat var. İşte Almanya’da yaşayan bu Müslümanların önümüzdeki 50-60 senesiyle ilgili adım atan bir kuruluşu, Türkiye’nin sürekli değişen gündemine ve önceliklerine bağlamak sıkıntı doğuruyor.

DİTİB’in Kuzey Ren-Vestfalya İslam Din Dersi Danışma Kurulu’ndaki üyeliğini sanki ajanlık iddialarını onaylar gibi askıya alması, DİTİB yöneticilerinin “tartışmanın çerçevesini sorgulamak” gibi sivil bir tavra pek de aşina olmadığını gösteriyor. Oysa belki de yapılması gereken, Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Okul Bakanı Sylvia Löhrmann, ültimatom verir gibi “DİTİB’e Kurul’daki üyeliği konusunda düşünmesi için 2 hafta süre veriyorum.” dediğinde Kurul’da üyeliği bulunan bütün dinî cemaatlerin üyeliklerini askıya almalarıydı. Ancak bu şekilde siyasete güçlü bir mesaj verilebilirdi. Fakat DİTİB bu yöndeki tekiflere rağmen bunu istemedi. Bunun yerine köprüleri yakmamak ve -ne pahasına olursa olsun- Alman devletiyle iletişimde kalmak gibi bir tutum benimsedi. Hatta DİTİB’in söz konusu basın açıklaması okunduğunda, sanki ortada bir dayatma yokmuş da DİTİB Danışma Kurulu’ndan kendiliğinden ayrılmış gibi bir intiba oluşuyor.

Oysa dinî cemaatlerin “varlık sebepleri” çok açıktır. Bu cemaatler, kurumlar ve bunlara bağlı camilerin en temel önceliği; “Almanya’da yaşayan Müslümanların Allah’la ilişkilerini düzgün tutmalarına yardımcı olmak ve bunun önündeki engellerin kaldırılması için çalışma yapmak.” Bu kurumların devletle diyalog ve iş birlikleri, sadece bu esas amaçtan sonra; “res mixta”, yani devlet ve dinî cemaati ortaklaşa ilgilendiren meseleleri düzenleyecek kadar ve belli bir nispette gerçekleşebilir. Asıl amaç, “ne pahasına olursa olsun” siyasetle dirsek temasında kalmak ya da devletin “tanıdığı” bir diyalog partneri olmak değildir. Asıl amaç, Müslümanların dinî hayatına yönelik çalışmalar yapmaktır ve bu çalışmalar, devlet destek verse de vermese de, tanısa da tanımasa da, takdir etse de etmese de zaten sürdürülecektir.

Eğer bir dinî cemaat devletle ilişkisini mutlaklaştırıyorsa, “ne pahasına olursa olsun devletle ilişkim sürsün” gibi bir pozisyonu içselleştiriyorsa, “devlet karşısında Müslümanları temsil etmeyi”, “İslam’ın yaşanması”nın önüne koyuyorsa, kendi dinî hizmetlerini ancak devletin ona açtığı yer nispetince değerli görüyorsa, devlete yönelik eleştirilerini -yeri geldiğinde- kesin ve kararlı bir şekilde ifade edemiyorsa, devletle ilişkisinde gerekli manevra alanına sahip değilse, burada ciddi bir sivillik sorunu var demektir.

Dolayısıyla DİTİB’in Türkiye’den kopması ya da Türk hükûmetinden bağımsızlaşması gibi “yapısal değişiklikler” üzerinde düşünürken, karşı karşıya kaldığımız sorun sadece DİTİB’in “Türkiye’ye karşı sivilleşmesi” değil. DİTİB’i sivillikten alıkoyan tek şey Türkiye ile ilişkileri de değil. DİTİB, söz konusu “yapısal değişiklikler”le sivilleşme vurgusu yapacaksa, bu sivilleşmeyi sadece Türkiye devletine karşı değil, Alman devletine karşı da sahiplenmeli. Türkiye’de sivil toplum, kendisine tanınan dar alan sebebiyle nasıl devletleşiyorsa, Almanya’da da bu durum “diyalog partneri” olarak tanınıp tanınmamak gibi görünmeyen yaptırımlarla gerçekleşebiliyor.

Özetle, “yapısal değişiklikler”i konuşurken soruyu daha doğru sormak, bizi daha verimli bir tartışmaya götürebilir. “DİTİB Türkiye’den kopmalı mı?” sorusu yerine sormamız gereken, “DİTİB kendisini -o ya da bu fark etmeksizin- bir devletin belirleyiciliğine bırakmalı mı? DİTİB Türkiye’nin ilgilerinin taşıyıcısı olmayı reddederken aynısını Almanya için de yapmalı mı?” daha doğrusu, “DİTİB sivilleşmeli mi?” olmalıdır.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler