'Çok Kültürlülük ve Mülteci Krizi'

Ilija Trojanow: “Toplumlar Ulusal Dar Düşünce Kalıplarına Sıkışmış Durumda”

Ilija Trojanow Çağdaş Alman edebiyatının en etkili isimlerinden birisi. 90’lı yıllardan beri birçok romana imza atan Trojanow’un Türkçe’ye “Koca Dünyada Kurtuluş Pusuda” başlığıyla çevrilmiş bir kitabı var. 1971 yılında Bulgaristan’dan Almanya’ya kaçan bir ailenin çocuğu olan Trojanow ile çok kültürlülüğü ve güncel mülteci krizini konuştuk.

3 Nisan 2016 Veysel Pountso

“Kampfabsage” isimli kitabınızda kültürlerin her zaman çok da barışçıl seyretmeyen kaynaşma sürecini anlatıyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Kültürlerin birbirleri ile mücadele ettiği düşüncesini saçma buluyorum. İdeolojiler ve güç pozisyonları birbirleriyle antagonist bir ilişki içinde, buna karşın kültürler ise bir zenginlik, ilham ve provokasyon kaynağı olarak yabancı olana ihtiyaç duyarlar. Silahlı çatışma dönemlerinde bile bizim, yani kitabı birlikte kaleme aldığımız Hint Rang jot Hoskote ile benim kaynaşma olarak adlandırdığımız yoğun bir kültürel alışveriş mevcut. Bu bir ideal değil, başlangıçtan beri insanlık kültür tarihinin bir tasavvuru. Bu gerçeğin günümüzde de vurgulanması önem taşıyor, zira bugün bazı kültürlerin bağdaştırılamaz olduğunu iddia eden teorilerin çığırtkanlığı hayli revaçta.

Bulgaristan’da doğdunuz, Kenya’da büyüdünüz, Arabistan’da bulundunuz… Arka plandaki bu zengin kültür deneyimini göz önüne alarak: Müslüman olmayı Avrupalı olmanın karşıtı olarak düşünmek ne kadar mantıklı? Homojen bir Müslüman/Avrupalı kimliğinden söz etmek mümkün mü?
Ne homojen ne de esas kimliklerden söz edilebilir. Hatta ben, Müslüman veya Avrupalı kimliği gibi bir şeyin olduğunu iddia etmenin şiddetin başlangıcı olduğuna inanıyorum; çünkü bu iddia ancak ötekinin dışlanması ile anlam kazanmaktadır. Zıt ikili mefhumlara dair bu bölücü düşünce benim savunduğum dünyaya açık ve kozmopolit düşüncenin tam aksi.

İslam’ın yaşanan yerin kültür ve geleneklerinden etkilendiği konusunda bir fikir birliği var. Bu anlamda seyahatlerinizde sizi en çok şaşırtan ne oldu? İslam uygulama anlamında nasıl farklılıklar gösteriyor?

Açıkçası çok şaşırdığım söylenemez, zira ben İslam öncesi kültürün tamamen ortadan kalktığı tezine hiçbir zaman inanmadım. Ama size daha çok anekdot niteliğinde iki olay anlatabilirim: Bombay’daki devasa Muhammed Ali Pazarı’nda neredeyse sadece kamiz ve şalvar giyen uzun sakallı Müslüman satıcılar Çin’den ithal edilmiş plastik yılbaşı ağaçları satıyor ve boğuk sesleri ile “Noel ağaçlarını” övüyorlardı. Ve geçtiğimiz günlerde İran’da 35 yıllık teokratik yönetim sonrasında insanların dindarlıktan ne kadar uzak olduğunu görmek dikkate değer bir durumdu. Cuma namazı vaktinde bile caddeler dopdoluydu. Orada insanların sadece en fazla yüzde üçü düzenli olarak cuma namazına gidiyor. Oysa Batılı gözlemcilerin birçoğu inancı dış görünüşe bağlama eğiliminde oluyorlar.

Bundan birkaç ay önce Köln’de yılbaşında yaşananlar Müslümanlara ilişkin tartışmaları yeniden alevlendirdi. “Müslüman erkeğin” zorba ve kadın düşmanı olarak genellendiği bu dinîleştirilen tartışmalardan nasıl kurtulabiliriz?

Bunu başarabilmek için çok sayıda Müslüman erkeğin eşitlik noktasında bir eksiği olduğunu kendiliğinden fark etmesi gerek. Erkekler arasında kadınlara dair konuşulanları duymak beni hasta ediyor. Geçenlerde ehliyetimi yenilemem gerekti ve ilk yardım kursunda genç bir kadını aptalca sözlerle defalarca rahatsız eden Afgan birkaç genç erkek vardı. Ancak ben sesimi yükselttiğimde ve sert çıktığımda (bunu severek yapmadığımı belirtmeliyim) buna son verdiler. Böyle bir davranış dinî mensubiyet ne olursa olsun kabul edilemez. Böylesi bir geri kalmışlığın birçok sebebi olabilir: Kişinin kendi özgüvensizliği, aşiret gelenekleri, sosyal sınıf ve tabii ki dinî bilgisizlik.

Entegrasyon, göç, mülteciler son günlerin en popüler kelimeleri. Güncel krizi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sadece küresel çapta çözümlenebilecek küresel bir sorun. Toplumlar ise bu sorunu çözmek yerine yine ulusal dar düşünce kalıplarının içinde kalıyorlar. Avrupa toplumunun mültecilerin gelişi ile kapılarının önündeki kriz ve afetleri şiddetli bir şekilde hatırlamaları bir bakıma iyi oldu, çünkü hepimiz genellikle birçok şeyi görmezden geliyoruz. Mesela Kuzey Afrika veya Yakın Doğu’daki problemler bizi ilgilendirmiyormuş gibi davranıyor ve sorumluluk üstlenmiyoruz.

Siz çocukken ebeveynlerinizle Almanya’ya kaçtınız. Mülteci olmayı nasıl tanımlarsınız?
Zenginlik olarak. Altı yaşımdayken çevremdeki her şey, dil, iklim, yemek gibi birçok şey üç defa tamamen değişti. Bundan sonra değişimin normal olduğunu düşündüm ve bugün bile çevremdeki koşullar uzun süre aynı kaldığında huzursuz olurum. Bir mülteci çocuğu olduğum için mutluyum. Dünyayı keşfetme, dil öğrenme, çeşitliliği deneyimleme fırsatım olduğu için mutluyum. Zira çeşitliliğin zıttı tekdüzeliktir ve belki de 1971 ve 1989 yılları arasında komünist ve şovenist Bulgaristan’da bu tekdüzelik benim kaderim olacaktı.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler