'Dosya: "Zor Zamanlarda Diyalog"'

“Köken Ülkelerdeki Çatışmalar Buraya Taşınmamalı”

Bremen Üniversitesi Din Bilimi ve Din Pedagojisi Enstitüsünün yöneticisi Prof. Dr. Gritt Klinkhammer ile farklı dinî cemaatler arasındaki iş birliği imkânlarını konuştuk.

Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler arasında birçok ortak proje var. Taraflar bu ortaklaşa çalışmaları zenginlik olarak mı, yoksa tarafların dindarlığı için birer tehdit olarak mı algılıyor?

2011’deki Dialogos isimli araştırma Müslüman, Hristiyan ve Yahudiler arasından diyalogta aktif olan çoğunluğun bunu bir zenginlik olarak algıladığını gösterdi. Bu elbette tarafların eleştirilerinin olmadığı anlamına gelmiyor. Şu an devam etmekte olan bir araştırmada ise diyaloğun bir açılıma ya da daha olumsuz bir şekilde ifade edersek “tatlı su dindarlığı”na neden olup olmadığını soruyoruz. Bu araştırmada katılımcıların çoğu diyaloğu kendi dindarlıklarının güçlenmesi ve bir farkındalığın oluşması olarak görüyorlar. Genel olarak dindarlar arası diyalogta aktif olanların kendi dinlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını söyleyebiliriz.

Diyalog inisiyatiflerinde teolojik meseleler mi yoksa pratik çalışmalar mı ön planda?

Dindarlar arası diyaloglara yakından bakıldığında görüşmelerin kendine has konular doğurduğunu görüyoruz. Örneğin “Birlikte nasıl ibadet edebiliriz?” sorusu, teolojik bir sorudur ve bu soru ancak bir araya gelindiği zaman soruluyor. Proje bazında ele alınan diğer konular da var, örneğin monoteizm ya da yaratılış gibi. Hristiyanlar açısından konuşmalara “Yaratıcı Tanrı”dan bahsederek başlamak, Protestanlar tarafından İsa’dan bahsedilmediği gerekçesiyle eleştirilebiliyor. Müslüman taraflardan Peygamber’e gelen vahiyle İncil’in artık geçersiz hâle geldiği eleştirisi sıkça gelebiliyor. Burada diyaloğun birden fazla katmandan oluştuğunu görüyoruz. Fakat mesafe kat edebilmek için hem ilahiyat hem de pratik çalışmaların aynı anda mevzu bahis edilebilmesi gerekiyor.

Ortaklaşa çalışmalar, kendilerini İslami olarak adlandıran Müslüman cemaatler arasında, örneğin Sünniler, Şiiler, Aleviler ve Ahmediler arasında da gerçekleşiyor. Bu gruplar arasındaki ortaklaşa çalışmalar hangi zorlukları beraberinde getiriyor?

Müslüman cemaatler kendi pozisyonlarının nihai ve doğru olduğu konusunda teolojik argümanlar geliştirdikleri için burada karşılaşılan zorluklar da oldukça büyük. Bilhassa Şiiler, Sünniler ve sufi gruplar arasındaki muhtemel bir iş birliği Aşağı Saksonya’da mevcut. Orada her şeyden önce bir iş birliğinin “mümkün” olduğu ortaya çıktı. Fakat burada “neden ortaklaşa çalışılmalı” sorusu da önemli. Müslüman-Hristiyan diyaloğu somut bir şey etrafında gerçekleşmesi sebebiyle devam ediyor ve sadece teoloji değil, pratik manada da ortaya bir şeyler çıkartılabiliyor. Şura Hamburg ya da Şura Aşağı Saksonya’da bir araya gelen gruplar da din dersi ya da manevi rehberlik gibi ortak amaçları olan Müslüman gruplar.

Göçle birlikte yeni bir kontekst de oluştu. Köken ülkelerinde “mezhep savaşları” yaşayan gruplar Avrupa’da aynı masada bir araya geliyorlar. Bunun olabilmesinin nedeni nedir?

Bence esas zorluk, İran ya da Türkiye gibi köken ülkelerdeki çatışmaları buraya sıçratmayıp buradaki durumu temel almakta yatıyor. Köken ülkelerdeki sorunları buraya yansıtmamayı başarabilmek büyük ölçüde tarafların bu kontekst kaymasını uygulamasına bağlı olarak değişiyor. Küreselleşme nedeniyle bunu başarabilmek elbette zor. Uluslararası arenada çok fazla olayın gerçekleşmekte olduğunu düşünürsek bunun başarılıp başarılamayacağını tahmin etmek de oldukça zor. Müslümanların temsilde birlik sağlaması gibi bir isteğe sıkça rastlanıyor.

İslami cemaatlerin Müslümanlar arasındaki iş birliği kapılarını kapatmamaları mantıklı olur. Aksi takdirde birbirleriyle karşı karşıya gelmeleri gibi bir tehlike söz konusu olacaktır. Hessen’de, bütün cemaatlerin Müslüman olarak görülüp sadece birkaçına kamu tüzel kişiliği verilmesi buna bir örnek. Bir diğer soru da diyaloğun ne derece “zorla” ve arkadan itilerek gerçekleştirilebileceğidir. Örneğin Ahmediler ile IGMG’nin ortak bir din dersi vermek zorunda olduğu düşünülebilir mi? Uygulama eyaletlerden eyalete değişmektedir. Örneğin Hamburg ve Bremen gibi şehir eyaletlerinde cemaatleri birbirinden ayırmak oldukça zor olacaktır.

Kimliğin “öteki”ne kıyasla tanımlandığı göz önüne alındığında muhatabın Hristiyan, Yahudi ya da Şii, Alevi, Ahmedi olması nasıl bir rol oynuyor sizce?

Burada Hristiyan-Müslüman diyalog gruplarındaki iletişimin sadece Hristiyan ve Müslümanlar arasında gerçekleşmediğini görüyoruz. Tarafların Protestan, Evanjelik ya da liberal olmasına göre, Müslümanlarla Hristiyanlar aynı Tanrı’dan bahsettiklerini söylediklerinde onları karşı karşıya getiren fikir farklılıkları oluşabiliyor. Benzer bir şey farklı mezheplerden ve kültürel kökenlerden Müslümanlar aynı masada oturduğunda da söz konusu olabiliyor.

Şiiler ve Sünniler ya da Aleviler ve Sünniler bir araya geldiğinde genellikle İran/Irak ya da Türkiye’nin siyaseti gündemi oluşturabiliyor. Bu durumda söz konusu sadece din ve Müslüman olmak olmuyor. Köken ülkelerdeki siyasi çatışmalar söz konusu olduğunda tartışmalar da daha farklı bir şekilde cereyan ediyor.

İslam ve Müslümanlara dair tartışmalar oldukça popüler. Şimdiyse mültecilerin entegrasyonu ana konu. Bu tartışmaların nesnel olarak yürümesinde eksik olan ne?

Mültecilerin en kısa sürede entegre edilmesi ve buna dinin de dâhil edilmesini isabetli bulmuyorum, çünkü iltica ve güvenlik daha öncelikli. Bir milyon insan bugünden yarına entegrasyonla haşir neşir olamazlar. İç siyasette “entegrasyon” ve “Müslümanlar” gibi kelimeler kullanıldığında söz konusu, yine entegre olmak zorunda olan Müslümanlarmış gibi bir intiba oluşuyor. Burada mülteci sorunu konusundaki ilgi dış politikaya kaymalı.

Müslüman cemaatlere kamu tüzel kişiliği verilmesi tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben kamu tüzel kişiliği verilmesinin İslam’ın kamuoyundaki algılanış biçiminde çok şey değiştireceğini düşünmüyorum. Yehova Şahitlerine kamu tüzel kişiliği verilmesi örneğini inceleyelim, bu statüyü elde etmelerinin ardından kendilerine dair algı değişmedi. “İslam’ın entegrasyonu” sorunu etrafındaki tartışmalar da bu statü değişikliği sayesinde değişmeyecektir. Fakat uzun vadede bu adımın normalliğe katkı sağlayacağı açıktır: Din dersleri, imamların eğitimi, manevi rehberlik ve gençlik çalışmaları hayata geçirilebilir ve her defasında “tanınma” ile ilgili temel bir tartışmaya girilmeden Almanya’ya uygun bir kurumsallaşma gerçekleşebilir.

Ali Mete

Frankfurt’ta Din Bilimleri lisans eğitimini tamamlayan Ali Mete, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteridir. Mete aynı zamanda PLURAL Yayınevinin müdürlüğünü ve Perspektif dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler