'İslamofobi'

Liberal Elitlerin İslam Düşmanlığı

Müslüman karşıtı ırkçılığın genelde sağ cenahtan kaynaklandığı düşünülse de bu durum her zaman böyle değil. Liberallerin de giderek İslam düşmanı görüşler beslediğini, böylelikle İslam düşmanlığının sosyal açıdan “kabul gören” bir hâl aldığını ifade eden siyaset bilimci Thomas Schmidinger liberal elitlerin İslam düşmanlığına dair sorularımızı yanıtladı.

İslam düşmanlığı toplumun merkezine kadar ulaştı. Bugün sadece aşırı sağcılar değil, merkez sağ ve medya da Avrupa’nın “İslamlaşması” korkusunu kullanıyor. Bunun sebebi nedir?

Bunun birçok sebebi var. Bazı kesimlerin İslam ve Müslüman cemiyetler ile hiç ilişkisi yok, aksine bu kesimler daha çok Müslümanlar üzerinden yansıtılan, ekonomik ve sosyal sebeplere dayanan daha genel bir kuşkuya sahipler. Yıllardır devam eden ekonomik krizden kaynaklanan orta tabakanın sosyal çöküş tehlikesi ve çeşitli çatışmaların küreselleşme sebebiyle uluslararası boyut kazanması insanları haklı olarak korkutuyor. Asıl sorun bu korkular ile sağcı, etnikleştiren ve mezheplere göre ayıran yorumlama yöntemlerinin günümüzde Avrupa’nın çoğu ülkesinde egemen bir konum kazanmasıdır.

Fakat bu durumun İslam’ın hâkim olduğu toplumlarla ve buradaki İslami cemiyetlerin bir kısmındaki gelişmelerle de ilgisi var. İslam adına en ağır savaş suçlarını işleyen ve örneğin Irak’ta Yezidilere veya Şiilere karşı soykırıma benzer katliamlar gerçekleştiren siyasi ve askerî hareketlere karşı insanların korku ile tepki göstermeleri bizi şaşırtmamalıdır. Sorun, Müslüman cemiyetler hakkında çok az bilgi sahibi olan, farklı Müslümanlarla yakın şahsi iletişimi bulunmayan ve dolayısıyla da şiddete meyyal, suç işleyen “cihadistler” ile büyük çoğunlukta olan diğer Müslümanları birbirinden ayırt edemeyen gayrimüslimlerin sayısının oldukça fazla olmasıdır.

Korku irrasyonel bir duygudur ve belli bir noktadan sonra mantıklı argümanlarla bu korkuya karşı koymak mümkün olmaz. Dolayısıyla köşedeki Türk dönerci, üç sokak ilerideki cami, Suudi-Arabistan’ın insan hakları ihlalleri ve kendini “İslam Devleti” olarak tanıtan bir grup, laikliğe veya “Hristiyan-Yahudi kökenli Batı’ya” karşı bir İslami komplo teorisi içerisinde birleşebiliyor.

Farklı grup ve yönelimleri ayırt edememe konusunda bazı medya kuruluşlarının da ciddi katkıları var. Müslümanlar arasındaki farklılıkları önemsemeyen ve İslam’ı yekpare bir kütle olarak gösteren bazı Müslüman temsilciler de buna destek veriyorlar. Ancak IŞİD ve el-Kaide’yi “İslam dışı” olarak nitelendirmenin gayrimüslimleri yatıştırmak için yeterli olacağını düşünmek de çok gerçekçi değil.

Liberal elitlerin İslam düşmanlığını beslediklerini öne sürüyorsunuz. Bunu izah edebilir misiniz?

Bu, beni geleneksel İslam düşmanlarından daha çok endişelendiren, nispeten yeni bir olgu. Geleneksel İslam düşmanlarının klasik ırkçılar olduğunu zaten biliyoruz. Fakat “liberal elitler” fenomeni, Paris’teki saldırılardan sonra daha çok dikkat çekti. Teröristlerin de bilinçli olarak Fransız sağ popülist partisi Ulusal Cephe’yi veya herhangi tanınmış sağcı kuruluşa bağlı bir ofisi değil de aksine sol-liberal elitler tarafından sevilen bir mizah dergisini hedef seçtiklerini görüyoruz.

Saldırının ardından Alman ve Avusturya medyalarını incelediğimizde bu saldırının bilhassa laik liberal gazetecilerin endişelenmelerine ve İslam düşmanı pozisyonlar almalarına yol açtığını görüyoruz. Örnek olarak Avusturya’da Alman “Spiegel” dergisinin konumuna sahip, ama kalite olarak çok gerisinde kalan “Profil” adlı haftalık dergi, saldırılardan sonraki haftada kapağında saldırıda öldürülen Müslüman polisin fotoğrafını yayımlayarak “İslam’ı asıl tehlikeli kılan” diye manşet attı. Bu manşetteki cümlenin sonuna soru işareti dahi koyulmadı. Profil dergisinin okurları ne Hristiyan muhafazakârlar ne de aşırı sağcılardır, aksine liberallerdir: Orta sınıf, demokrat ÖVP seçmenleri, Yeşiller, Liberaller… Derginin yazarlarının çoğu muhtemelen Yeşillere oy veriyorlardır.

Özellikle liberaller günlük hayatlarında çoğu Müslüman’ın göze çarpan dindarlığını Hristiyan-Sosyallere nazaran daha çok tehdit olarak algılamaktadır. Hristiyan Kilisesiyle iletişimi olan kişiler örneğin Katolik Kilisesi içerisinde dinin farklı yaşam şekillerine dair çok geniş bir çeşitliliğin bulunduğunun farkındadır; bu çeşitlilik Opus Dei veya Engelwerk gibi aşırı muhafazakâr gruplardan tutun, Kurtuluş Teolojisi (Alm. “Befreiungstheologie”) veya feminist ve eşcinsel teologlara kadar uzanmaktadır ve bütün bu yönelimlerin aralarında oldukça geniş bir ana akım mevcuttur. Bilhassa dini genel olarak reddeden ve Avrupa’da Kilise ile devlet arasındaki tarihî ve ürkütücü ittifaklardan dolayı kamuda açık yaşanılan dinin arka planında bir iktidar iddiası ve bir baskı senaryosu bekleyenlere nazaran, bu farklılıkları bilen kişiler diğer dinlerdeki farklılıkları da daha kolay fark etmektedirler.

Çoğu liberal, kendi gördükleri dindar eğitimlerden dolayı hâlâ travma yaşıyorlar ve bu konuda kendilerini hiç geliştirememiş durumdalar. Bunu kendi geçmişimi göz önüne alarak da rahat bir şekilde görebiliyorum. Fakat nihayetinde böyle şahsi travmaları geri planda bırakabilmek ve ateistliğin bazı akımlarının bile “köktendinci” olmaya meyilli olup olmadığını etraflıca düşünebilmek, yetişkin olma yolunda yüzleşmek zorunda olduğumuz konular arasında yer alıyor.

Bu mesele şu an liberal ateistliğin ve laikliğin bazı kısımlarında gerçekleşmektedir. 2012 yılının yaz aylarındaki sünnet tartışmasında da bu sorun kendini göstermiştir. Hristiyan kiliseleri Yahudilere ve Müslümanlara anlayış gösterirken bütün ateist cemiyetlerin sözcüleri Müslüman ve Yahudi çocukların sözde “sakat bırakılmasına” karşı seferber olmuşlardır.

Paris saldırılarından önce kendini göstermeye başlayan ve şimdi daha açık olan bir dönüm noktasını sadece medyada değil, şahsi görüşmelerimde de fark ettim. Bundan birkaç yıl önce belli İslami kuruluşların Yahudi düşmanlığını, kadınlara veya eşcinsellere karşı düşmanlığını eleştirdiğim zaman, liberal elitlerden FPÖ partisinin Müslüman düşmanı kışkırtmalarını kullandığıma dair eleştiriler almaktaydım. O zamanlar bu çevreler Müslümanları, sağcıların Müslüman karşıtı ön yargılarına karşı müdafaa etmekteydi. Bugün aynı kişilerden İslam’ı savunduğum ve tehlikeyi küçümsediğim eleştirilerini duymaktayım. Peşinen İslam dostu olan birisi son yıllarda aynı şekilde peşinen İslam düşmanına dönüşmüş durumda. Değişmeyen tek unsur Müslümanları yekpare bir cemiyet olarak gören genelleştirilmiş bakış açısı; bu “yekpare cemiyet” önceden savunulmaktayken bugün şüpheyle karşılanıyor.

Müslüman ya da değil, göçmenler çoğu Avrupa ülkesi için sorun teşkil ediyor. Hâlbuki göç, örneğin Almanya için ekonomik açıdan veya sosyal sistemlerin ayakta tutulması açısından avantajlı bir olgu. Almanya buna rağmen hangi sebeplerden dolayı göç konusunda bu kadar zorlanıyor sizce?

Almanya’nın başka ülkelere nazaran bu konuda daha fazla zorlanıp zorlanmadığını bilmiyorum. Alman toplumuna olan aidiyetini gösterme amaçlı açık sinyallerin verilmesi konusunda, Avusturya’dan bazen kıskanarak Almanya’ya bakıyorum. Almanya’nın zorlandığı hususlar şehir planlanması alanıdır. Berlin gibi bazı büyük şehirlerde ayrılmış ve sosyal açıdan çok sorunlu semtlerin bulunması ve genel olarak sosyal politikalar ve ekonomi politikaları bu sorunlu alanlara dâhildir.

Almanya’daki sosyal ayrım son yıllarda önemli derecede büyüdü ve bu alt, orta ve üst tabakalar arasındaki çekişmelere yansıdı. Bu tabakalar bir de dine ve etnik farklılıklara dayalı olarak oluşuyorsa, böyle bir gelişme oldukça büyük sosyal patlayıcı madde içerir hâle geliyor.

Örneğin Almanya’yı ABD ile karşılaştıralım: Müslümanlar orada çoğunlukla üst tabakaya mensup. Ortalama olarak Müslümanlar gayrimüslimlerden daha çok gelir elde ediyorlar. Sözde uyum sorunları ABD’de sadece oraya ait olamayan Müslümanlar, yüzyıllardır ABD’de yaşayan “Nation of İslam”a bağlı siyahi Amerikalılar veya Minneapolis’te alt tabakaya mensup Somalililer ile yaşanıyor. İyi bir uyum politikasının üçte ikisini iyi bir sosyal politika ve ekonomi politikası oluşturmaktadır ve bu Almanya’nın neo-liberal tasarruf politikasında maalesef tamamen eksik.

Peki baskıcı tartışmalar karşısında Müslümanların İslam düşmanı atmosfere karşı koymaları mümkün mü?

Evet, kesinlikle! Fakat geri çekilerek değil, aksine gayrimüslimleri açıkça karşılayarak.

Bu konuda Müslüman dinî cemaatler ve bireysel olarak Müslümanlar ne yapabilirler?

Bir programda tek gayrimüslim olmam veya gayrimüslim arkadaşlarım tarafından hazırlanan bir programda sadece Avusturya’nın gayrimüslim çoğunluk toplumu mensuplarının bulunması beni her zaman çok üzmüştür. Açık görüşlü sol-liberal çevreden arkadaşlarım, doğum günü kutlamalarımda arkadaş çevremden benimle beraber doğum günümü kutlayan Müslüman arkadaşlarımın bulunmasını takdir ettiklerini söyledikleri sürece Müslümanlar ve gayrimüslimler arasındaki şahsi iletişim yetersiz demektir. Bu iletişim ile kastım alışverişteyken bir iki güzel cümle söylemek değil, aksine Müslümanlara yönelik klişeleşmiş bakış açısını kırmaya yardımcı olan ve “Müslümanlar” kelimesinin arkasındaki karakterleri görünür kılan, gerçek ve derin şahsi arkadaşlıklardır.

Müslümanlar arasındaki farklılıkları ve çekişmeleri saklamamak, aksine bunları açıkça tartışmak, Avrupa’nın sözde İslamlaşmasına dair fikirleri etkisizleştirecektir. Zaten baskı altında olunduğu ve daha ziyade birbirine yaklaşmak gerektiğinin hissedildiği bir durumda bunu yapmanın zor olduğunun farkındayım. Fakat cemiyetler arasındaki çoğulculuğun ve ayrıca Müslümanlar ile gayrimüslimler bünyesindeki çoğulculuğun böyle bir çoğulcu toplumda barışçıl bir birlikteliği gerçekleştirmek için kilit rol oynadığına kesinlikle eminim!

Fotoğraf: ©Flickr.com/ boellstiftung

Ali Mete

Frankfurt’ta Din Bilimleri lisans eğitimini tamamlayan Ali Mete, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteridir. Mete aynı zamanda PLURAL Yayınevinin müdürlüğünü ve Perspektif dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler