'Dosya: "Etnosentrizm"'

“Etnosentrik Bakış Günah Keçileri Oluşturuyor”

Irkçılığa Karşı Avrupa Ağı (ENAR), Avrupa’da alanında yaptığı çalışmalarla ses getiren en büyük organizasyonlardan birisi. ENAR Direktörü Michael Privot’la Avrupa’daki etnosentrizm hakkında konuştuk.

Etnosentrizm hakkında konuşmaya başlamadan önce, kavramları açıklığa kavuşturmamız sanırım daha iyi olacaktır. Etnosentrizm, zenofobi ya da ırkçılık arasındaki fark nedir? Bu kavramlar, birbirleri ile ne türden bir ilişki içerisindedirler?

Etnosentrizm, farkında olunsun ya da olunmasın kültürel ya da etnik ön yargıdır. Bu kavramın içeriğine göre birey, dünyaya sadece kendi ait olduğu topluluğun perspektifinden bakar. Diğer bütün toplulukları da kendi “ideal” cemiyeti uyarınca değerlendirir.

Zenofobi’de birey, diğer ülke vatandaşlarına karşı mantıksız bir şekilde nefret ya da korku duyar. Zenofobi daha çok göçmenlere ya da ulus dışından gelenlere karşı yöneltilir.

Irkçılık ise bazı ırksal grupların temelsiz şekilde biyolojik olarak diğer gruplardan daha aşağı olduğunu yansıtan, derin tarihî köklere sahip olan politik bir kavramdır. Irkçılık kavramı örneğin sömürgecilik, zenci korkusu ve Güney Afrika’daki ırk ayrımına dayanan sistemlerle bağlantılıdır. Ayrıca bu kavram, kölelik sistemini, tarih içerisinde süre giden siyah-beyaz eşitsizliğini savunmak için de kullanılır. Geleneksel ırkçılık algısı, “değersiz” ve “başka” kimlik olarak görülen “öteki”nin, ırk, ten rengi, kültür, inanç ya da kimlik sebebiyle aşağılanmasının da dahil olduğu şahsi ve kolektif tavırlarla gelişir. Bu ırkçılık sosyal hiyerarşi ve ayrımcılığın doğru olduğunu iddia eden “biyolojik ırk” temeliyle oluşur. Bu yüzden ırkçılık, doğal olarak herhangi bir toplumda azınlık ve çoğunluk arasındaki güç ilişkisiyle ilgilidir.

Irkçılık, genellikle hem ferdî uygulamalarla hem de kurumsal politikalarla dışa vurulur. Irkçılığın pratik hayattaki karşılıkları, bazı insanların “birincil” vatandaşlara nazaran daha fazla zarar görmesi ve ayrımcılığa uğramalarıyla sonuçlanır. Irkçılıkta insanların ten rengi, kültürü ya da etnik aidiyeti gibi unsurların sonucu olarak daha kötü iş şartları elde etmeleri, sağlık, ikamet ve eğitim tabanlı engellerle daha çok yüz yüze gelmeleri söz konusu olur.

Tabii bu kavramlar birbirleriyle yakından irtibatlıdır. Etnosentrizm kendisini ön yargı, yapısal ayrımcılık, zenofobi ve ırkçılık gibi sonuçlarda gösterebilir.

Etnosentrizm, ırkçılık ve zenofobiye göre ölçülmesi daha güç olan bir kavram. Etnosentrik düşünce ne vakit ölçülebilir/cezalandırılabilir bir hâle gelir?

Şayet etnosentrik düşünce ayrımcılık, ırkçı söylem ya da şiddetle sonuçlanıyorsa ölçülebilir ve cezalandırılabilir bir kavram hâline gelir. Irkçılık ve zenofobi için şunu söyleyebiliriz: Düşünce ve vicdan hürriyeti, her insanoğlu tarafından kabul edilebilecek yegâne mutlak hürriyettir. Bu yüzden bir kimse ırkçı, zenofobik ya da etnosentrik düşünceye sahip olma hürriyetine sahiptir; ancak bu kişi toplum önünde alenen ırkçı ya da zenofobik söylemlerde bulunamaz. Aynı şekilde insanları küçük düşürmek, ırkçı davranışlarda ve tacizde bulunmak da hoş görülemez.

ENAR’ın araştırmalarına ve raporlarına istinaden Avrupa’daki etnosentrik bakışın boyutları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Biraz önce tanımladığım gibi etnosentrizm, her fert tarafından “doğal olarak” paylaşılır. Bazı antropolojik boyutlara sahiptir: Her fert özel bir çevrede, cemiyette büyümüştür. Kimileri bu durumu, ileride karşılaşacağı diğer bütün kültür ve sistemleri değerlendirmek için kullanmak eğilimindedir. Eğer bu referans noktası mutlaklaştırılırsa ve “iyi”, “güzel”, “hakikat” ya da “adalet” gibi hususlarda tek evrensel kaide olarak görülürse bir sorun hâline gelmeye başlar. Eğer bir kimse kendi sabitelerini diğerleriyle ilişkilendirebilirse ve diğer kültürleri, etnik grupları ve cemiyetleri kendisininkinden aşağıda görmez, onlara karşı bir ayrımcılıkta bulunmazsa; bu durum, gelecekte ortaya çıkabilecek muhtemel bir ırkçılığı ve ona bağımlı olarak gelişen ayrımcılığı da engelleyecektir.

Avrupa’da pek çok üye ülke ekonomik ve finansal darboğazlarla mücadele etmektedir ve çoğu politikacı, göçmenlere ve etnik azınlıklara karşı aşırı duygusal bir tavır alma eğilimine yönelmiştir. Böylece karar mercileri, etnosentrik bir bakış açısıyla günah keçileri oluşturmaktadır. Ayrıca, üye ülkeler içerisindeki göçmenlere, etnik ve dinî azınlıklara dair gelişen politik söylemler, giderek güvenlik problemi temelli bir söyleme kaymıştır. Bu söylem içerisinde göçmenler ve etnik azınlıklar ekonomik, güvenlik ve kültürel açıdan toplumu tehdit edenler olarak resmedilmektedir.

Örneğin Yunanistan’daki aşırı sağcı Golden Dawn isimli parti, “ekonomik krizden daha önemli olan göçmen problemini durdurmak ve ülkeyi her türlü beklenmedik istiladan korumak” konusunda söz vermiştir. Hırvatistan’ın sağcı politikacılarından ve aynı zamanda şu an Avrupa Parlamentosu üyelerinden olan Ruža Tomašić, “Hırvatistan Hırvatlar içindir; diğer herkes ancak misafirdir.” sözlerinde bulunmuştur.

Göçmenlere ve azınlıklara yönelik güvenlik merkezli yaklaşım, Avrupa’daki sosyoekonomik durumun bir parçası olarak ilişkilendirilebilir. Muhtelif ülkelerde, göçmenler ve azınlık gruplar, global ekonomik krizin günah keçisi olarak yaygın bir şekilde itham edilmeye başlamıştır. Böylesi bir bağlamda, tetikleyici bir etki olan korku hissi, iş pazarında göçmenlere ve azınlıklara karşı gösterilen haksız muamelenin mazereti olarak kullanılabilmektedir. Yine Yunanistan’dan örnek vermek gerekirse, Galaxis isimli süpermarketin reklamlarında, ürünlerin “Yunan ellerinden çıktığı” vurgulanmaktadır. Bunu, göçe karşı katı kural ve limitlerin konulmasına dair politik imalar izlemektedir. Diğer bir popüler çözüm de, iş pazarını korumak için millî kıstasların konulmasıdır ki bu durumda yerli halkın “tercih edilir” kılınması için düzenlemeler yapılır. İşte tam da bu yüzden Avrupa’da yaşamayı ve çalışmayı arzulayan göçmenler, bir başkasının işini elinden almayacaklarını göstermek zorundadırlar ya da yerli halkın tercih etmeyeceği işlerde çalışmakla kendilerini sınırlayacaklardır.

Etnosentrizm ile mücadele adına hangi faaliyetleri yürütüyorsunuz ve bu alanda şimdiye dek ne tür kazanımlar elde ettiniz?

Dediğim gibi, etnosentrizm daha sosyolojik bir bağlam. Bu nedenle ENAR’ın faaliyetlerinin daha ziyade ırkçılık ve etnik ayrımcılığa odaklandığını söyleyebiliriz. Ancak bütün bunlar etnosentrizm ile yakında ilişkilidir.

Bizim ana maksadımız, ırkçılıktan arınmış bir Avrupa’da olumlu ve ilerici bir dilin geliştirilmesi ve yaşam gücünü eşitlik ve çeşitlilikten alan, canlı, enerjik bir Avrupa toplumu ve ekonomisinin oluşmasının teşvik edilmesidir.

Yapmaya çalıştığımız şey, ırkçılık ve zenofobinin arkasında mantıklı argümanların yattığını ifade eden söylemlere karşı bir dil geliştirmek; çeşitlilik ve farklılığın Avrupa toplumu için kötü olduğunu dile getiren fikirlerin yanıltmacadan başka bir şey olmadığını ortaya çıkarmak. Avrupa toplumuna, göçmen ve etnik grupların hayatın her alanına aslında olumlu katkılarda bulunduğunu gösteren veriler sunarak alternatif bakış açılarını işaret ediyoruz. Göçmenlerin, etnik ve dinî azınlıkların Avrupa’ya kattıkları oldukça geniş alana yayılmış ve hâlihazırda devam eden olumlu gelişmeler, umuyoruz ki insanların zihninde mantıklı bir yer edinecek ve duygusal anlamda bir farkındalığın oluşmasına vesile olacaktır. Yakın zamandaki projelerimizden biri olan “Saklı Yetenekler, Heba Edilmiş Yetenekler” (Hidden Talents, Wasted Talents) isimli yayınımız, göçmenlerin ve azınlıkların toplumumuza olan katkılarını göstermiştir.

Bu yayınımız pek çok politik makamın, medyanın ve komisyon üyeleri gibi bazı Avrupa kurumlarının dikkatini çekmeyi başarmıştır; böylece göçmenlerin pozitif katkıları dikkate alınmaya başlamıştır.

Başka bir boyutta da, ENAR’ın 2012 yılında Avrupa’da İslamofobi hakkında hazırladığı Gölge Raporu ve buna ilişkin davalar, bu alanda yeni bir tartışmanın oluşmasına katkı sağlamıştır. İslamofobi konusu, Temel Haklar ve Vatandaşlık’tan sorumlu olan komisyon üyesi Viviane Reding tarafından temel bir endişe olarak dillendirilmeye başlamıştır.

Size göre, Müslümanlara, örneğin Türklere ya da Araplara karşı etnosentrik bakışın sebebi nedir?

Müslümanların “mükemmel bir öteki” olarak inşa edildiğini söyleyebiliriz: Öteki din, (fark edilen) öteki değerler, (fark edilen) öteki etikler, öteki renk, öteki diller, öteki kültürler, tarihler ve “evrenselci” bir paradigma. Bütün bu özelliklerin olduğu kutucuklar işaretlenerek Müslümanların farklı, karşıt ve iletişim kurulması zor insanlar olduğu gösterilmektedir. Gerçek hayatta insanlar, muhatap oldukları Müslümanların bu tür damgalayıcı tanımlamalarla alakalarının olmadığını anlarlar; fakat yine de Müslümanlar ve İslam hakkında bilgi edindikleri çerçeveyi medya, iş yerindeki ya da yemek başındaki diyaloglarla oluştururlar. Bu, Avrupa’nın hemen hemen her yerinde, hatta üzerinde hiç Müslüman’ın yaşamadığı topraklarda bile gördüğümüz İslamofobi’yi büyütmektedir. Bu, Avrupa’ya özel bir kimlik aidiyetinin temelini oluşturmaktadır.

Etnosentrizm ile mücadelede hükûmetlerin uyguladığı politikaların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?

Aslında evet. Ama maalesef bazı politik liderler, eşitliği tesis etmek için, göçmenlere ve etnik azınlıklara dair olumsuz söylemlerin üstüne gitmek için gerekli olan cesaret ve liderlik vasıflarından yoksunlar. Etnik ve dinî azınlıkları günah keçisi olarak göstermek, Avrupa toplumunu daha da iyiye götürmek gibi “gerçek” vazifelerini yerine getiremeyen pek çok politikacı tarafından, bu eksikliklerini örtbas etmek maksadıyla kullanılmaktadır.

Bugün, Avrupa’nın tümünde insan haklarını korumak, eşitliği tesis etmek, ırkçılığı durdurmak için gerekli olan siyasi sorumluluğa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Politikacılar dinamik, sağlıklı ve birbirine kenetlenmiş bir toplumun inşası için eğitim, iş ve ikamet gibi hususlarda herkesin eşit haklara sahip olması gerektiği mesajını iletmekle mükellefler. Avrupa’nın sosyal, politik, kültürel ve ekonomik refahı için göçmenlerin üstlendiği katkıları ve faydaları desteklemeliler ve Avrupa’daki göçmen, etnik ve dinî azınlıkların birikimlerinin “heba olmuş yeteneklere” dönüşmemesi için ellerinden geleni yapmalılar.

Avrupa hükûmetlerinin, ekonominin yeniden canlanmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmak adına katı önlemler almak yerine, “gerçek” büyüme için öneriler teklif etmeleri; eşitlik ve ayrımcılık karşıtlığının son derece büyük bir değer olduğu sosyal politikada ciddi yatırımlar yapmaları gerekmektedir.

Avrupa’da medyanın etnosentrizm konusundaki tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu anlamda medyada bir hassasiyetin geliştirildiğini söylemek mümkün mü?

Göçmenlere, etnik ve dinî azınlıklara dair genel bir algının oluşmasında ve kamuoyu oluşturulmasında medyanın son derece önemli bir etkisi var. Ancak Gölge Raporu’ndan edindiğimiz bilgilere göre, etnik azınlıklara dair haberler genelde olumsuz ve çarpıtılmış. Genel olarak baktığımızda, işsizlikte ve suç oranlarının yüksek oluşunda göçmenleri suçlamak cinsinden bir eğilim bulunduğuna şahit oluyoruz. Ayrıca sosyal medya ve ağların, zenofobi, ırkçılık ve İslamofobinin yayılmasında son derece geniş bir rol üstlendiğini görmekteyiz.

Hem geleneksel yayınlara, (matbu yayınlar ya da radyo/televizyon) hem de sosyal medyaya dair düzenleme eksikliklerine dair bir mutabakat var. Söz gelimi Kıbrıs’ta, medyada pek çok sıkı kural ve düzenleme olmasına rağmen ırkçı ve zenofobik söylemler devam ediyor. İrlanda Basın Şikayetleri Komisyonu ve Basın Denetim Kurumu, 2011’deki şikayetlerin yüzde 23,5’inin ön yargı merkezli olduğunu bulgulamıştır; bu oranda 2010’a kıyasla yüzde 9,6’lık bir artış görülmektedir.

Bununla birlikte sivil toplum, medya ajansları ve hükûmet tarafından, medyanın daha iyi bir habercilik yapması ve etnik azınlıkların medyada daha iyi yer alabilmelerini teşvik etmek için çeşitli uygulamalar geliştirilmiştir. Avusturya Yayın Ortaklığı, Türkçe ve Almanca dillerinde ortak yayın yapan yerel haber programları düzenlemektedir. BVM Medya da, Avusturya Göçmen Medya Ajansı’nı kurmuştur. Almanya’da, farklı kültürlerden gelen gazetecilerin deneyimlerinin paylaşılması için Berlin-Brandenburg’da Kültürlerarası Gazeteciler Derneği Ağı kurulmuştur. İngiltere’de yer alan “Yaratıcı Çeşitlilik Ağı”, medyadaki çeşitliliği teşvik eden önemli bir forumdur. Yunan medyası da bir yönetmelik benimsemiştir ve buna göre, Ulusal Radyo ve Televizyon Konseyi ırkçı içerikli yayınlara karşı önleyici yaptırımlarda bulunabilecektir. Slovenya’nın sekiz büyük internet medyası, nefret içerikli söylemleri düzenleyen bir yönetmelik teklifini kabul etmiştir.

Etnosentrist düşüncenin aşılması konusunda Avrupa’daki etnik azınlıklar mevcut çalışmalara nasıl dahil edilebilir?

Yaklaşan Avrupa seçimlerinde azınlıkların yer almaları son derece önemli bir husus. Etnik ve dinî azınlıklara dâhil olan AB vatandaşları yaklaşan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, partilerin ırkçı ve yabancı karşıtı söylemlerine karşı, dönüştürücü ya da en azından sınırlayıcı bir rol üstlenebilirler. Bu seçimler, Avrupa Birliği’nin insan hakları ve eşitlik sözünü tutmasını garantiye almak ve oy kullanmak adına önemli bir fırsattır. Sadece adaylarla yakın ilişki kurarak ve oy kullanarak kendi endişelerimizi duyurabilir, ilgilerimizi temsil edebilir ve haklarımızı koruma altına alabiliriz.

Avrupa’daki etnik ve dinî azınlıklar, onları ötekileştiren etnosentrik paradigmadan nasıl kurtulabilirler? Etnosentrist bakış sonucu ayrımcılığa maruz kalan insanlar neler yapabilirler?

Mağduriyet kurbanlarının yapabilecekleri ilk iş, maruz kaldıkları olayı rapor etmektir. Bu da ancak ülkelerdeki eşitliği sağlayıcı kurumlar, polis ve STK’lar aracılığıyla gerçekleşebilir. Eşitlik için mücadele eden organlar, mağdurlara bağımsız danışmanlık yapan ve onları bilgilendiren resmî organlardır. Ancak bazı durumlarda bu organlar kısıtlı resmî statüleri ya da kaynak azlığı sebebiyle yardımcı olamayabiliyorlar. Bu yüzden STK’lar bilgi sağlamada, yasal tavsiyelerde bulunmada, danışma ve aracılıkta kilit role sahipler.

Sorunuzun ilk kısmına ilişkin olarak şunu söyleyebilirim: Biz kimseyi tam manasıyla “tedavi” edebileceğimizi düşünmüyoruz ve etnosentrik paradigmayı antropolojik bir faktör olarak değerlendiriyoruz. Bu yüzden farklı temayüllerle hareket etmek zorundayız: Etnosentrik paradigmanın tahliline odaklanmış, çeşitlilik arz eden ve erken yaşta başlayan bir eğitim ve toplum içerisinde herkesin her şeyi söyleyebileceğini ve yapabileceğini insanlara hatırlatan ayrımcılık karşıtı güçlü bir söylem. Irkçılık ve ona bağlı olarak ortaya çıkan mağduriyet karşısında alınan kısa vadeli önlemler yeterli olmayacaktır; uzun vadede tamamen ortadan kalkmasını sağlayacak yollar üzerinde çalışmak gerekmektedir. Avrupalı, ulusal, bölgesel ya da yerel karar mercilerini, ayrımcılığın her türlü boyutunu ortadan kaldıracak bütüncül planları hayata geçirmeleri için hep birlikte göreve davet ediyoruz. Bunun için son derece titiz stratejilerin yanında yeterli kaynak da gerekmektedir.

Avrupa denilen kavram, tamamıyla “Avrupa” ve “diğerleri” üzerine kurulu. Bu anlamda aslında Avrupalı olmayan gruplarla Avrupa arasında otomatik bir ötekileştirme ya da etnosentrizm ortaya çıkmıyor mu?

Aslında evet. Nitekim, Avrupa kimliği “diğerleri” karşısına inşa edilmiş “biz” temeli üzerine kurulmuştur. Bu, Avrupa’nın geçmiş uzun tarihi içerisinden de okunabilir: Tarihin pek çok döneminde Avrupa toplumları, çeşitliliği ve toplumsal karmaşıklığı idare etmek için muhtelif zorluklarla karşı karşıya kalmışlardır. Yahudiler, Katharlar, Protestanlar, Müslümanlar, Basklar ve Romenler… Bütün bu toplumlar için sunulan alternatifler asimilasyon ya da yok olmaya rızadan ibarettir; bir orta yol mümkün değildir. Avrupa’da çeşitliliğe yaklaşım, Türkiye ve Endonezya’da olduğu gibi farklılıkları bütünlemek ve onları kucaklamak yerine, onları dışlayıcı bir seyir takip etmektedir. Bu mantık neredeyse son bin yıldır Avrupa toplum modelinin temelini oluşturmaktadır. Her ne kadar bu durum geceden sabaha değişecek bir şey değilse de; özlemini kurduğumuz toplumsal yapıyı tam olarak karşılamamakla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan gelişmeleri ve değişmeleri etkileyici olarak değerlendirebiliriz. Evet, ilerleme yaşanmıştır; ancak geçmişin zehirli atıklarından muaf olduğumuz söylenemez. Azınlıklar adına ciddi mücadeleler yapılmış ve yol kat edilmiştir. Bizler, 2 ya da 3 kuşak sonrası için mücadele ediyoruz. Bu gayretlerimizin semeresini ölmeden önce görememe ihtimalimizin bulunduğunu da biliyoruz. Fakat bu işin bazı güzellikleri de var: Farklılık ve çeşitlilik için olan mücadelemiz sivil hak hareketleri olan Rönesans, Fransız ve Amerikan devrimleriyle derinden ilişkiye sahip. Bizim yaptığımız “Eşitlik Evi”nin duvarına sadece yeni bir tuğla koymak; tabii aynı zamanda dışarıdan gelenlerin rahat girebilmesi için kilide bir de anahtar yerleştirmek.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler